ZAPSU, GEYLAN ABDULAZİZ
DER, DIE, DAS
16 Aralık 1954, İstanbul
Alman Lisesi öğrenim yıllarınız:
1967 - 1974
Alman Lisesi sonrası eğitiminiz:
Boğaziçi Üniversitesi, İdari Bilimler Fakültesi
Mesleğiniz:
İşletmeci
Halen çalıştığınız yer / Bulunduğunuz pozisyon:
Azizler Holding A.Ş. / Yönetim Kurulu Başkanı
Meslek dışı çalışmalarınız:
Genç Hayat Vakfı Mütevelli Heyeti, Alman Liseliler Derneği, Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği, TÜSİAD, MÜSİAD, Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği ve World Economic Forum
Yabancı diliniz:
Almanca, İngilizce
Eşinizin adı:
Canan Goker
Eşinizin mesleği:
İş kadını
Çocuklarınızın isimleri:
Didem Zapsu Bilyay, Ömer Zapsu, Kerim Zapsu, Ayşesu Zapsu
Ailenizdeki başka Alman Liseliler:
Kuzenim Ali Atay, Kardeşim Cüneyd Zapsu, Kuzenim Ezel Geylan
E-posta adresiniz:
aziz@zapsu.com
ZAPSU, GEYLAN ABDULAZİZ Cevaplıyor
Kardeşimle ben, uzun seneler Almanya'da yaşadıktan sonra, 1967'de Türkiye'ye döndük. O zaman Alman, Avusturya ve İstanbul Erkek Lisesi alternatiflerimiz vardı. İstanbul Erkek Lisesi'ni, baştan istemedik. Babam, kendisi St. Georg'lu olduğu için, bizim Avusturya Lisesi'ne girmemizi tercih ediyordu. Avusturya Lisesi, bizleri kabul da etti kısa bir mülakat sonrası. Biz ise, Alman Lisesi'ni daha sempatik bulduk. Ayrıca kuzenimiz, Ali Ağabeyimiz buradaydı. Ama, buraya girmek için çok ciddi imtihanları geçmek gerekiyordu. Bir yarım gün, Cüneyd de ben de imtihanlarda geçirdik. Galiba zor bir karar aldılar, çünkü bir yarıma güne yakın daha, neticeler için bekledik. Sonuç malum.
Vasat. Bazen Herr Rinnert'in "neuer Stern am Himmel"i olurdum, ama bir daha ki imtihan akabinde yıldız sönerdi. Fr. Schmidt'ten 10 üzerinden 11 aldım ama sonunda 7 ile bitirdim.
Okulu severdim, ama okula gitmeyi pek sevmezdim. Bir çok dersi, hocasına göre ya severdim ya sevmezdim. Mesela Kimya'yı hiç sevmezdim. Ama, hocamız Dr. Mika'yı çok severdim. O olmasaydı, ben herhalde daha Alman Lisesi'nde kimya sınıfını tekrarlamakla meşguldüm.. Tarih derslerinden çok keyif alırdım. Bilhassa, Cahide veya Güzin hanımlar anlatınca. Ama, ezberlemesi de çoktu ki onu hiç beceremedim.
Neredeyse hiç birini unutmadım. Bazılarını kızarak, ama çok büyük çoğunluğunu sevgi ve saygı ile anıyorum. Bizden ebediyen ayrılmış olanlara Allah'tan rahmet diliyorum.
Cahide Atakul hocam sayesinde, sınıf arkadaşım Cemil Betanov'la, pula merak sardık. Cemil, işi çok ciddi tuttu. Ben de bir kaç sergiye katılabilecek kadar güzel bir koleksiyonu toparlayabilmiştim. Sevim Bayer öğretmenim sayesinde, folklor yaptım. Hem bağlama çalmayı öğrendim, hem de Kafkas danslarını. Çok iyi değildim, ama büyük zevk alırdım. Onun dışında, sınıf kalecisi olarak futbol oynardım.
En uzun süreli sıra arkadaşım, rahmetli Selim Demiren'di. Çok iyi bir talebe olan Selim, sınıfın en küçüğü idi. Bilhassa matematik derslerindeki başarısı, hocamız Herr Rinnert'i çok heyecanlandırırdı. Selim'i 2012 yılında kaybettik. Allah'a şükür son senelerinde, bir çok kere çocukluk günlerimizdeki gibi, keyifle bir arada olabildik.
Benim aklımda, her zaman iş hayatına girmek vardı. Türkiye, hatta dünya çapında bir şirketin en üst yöneticisi olabilmek gibi hayallerim vardı. Zaten, kendimi hatırladığımdan beri, ailemizin işlerinin bir şekilde içinde oldum. O zaman, dedemin kurduğu Uzel Makine Sanayi fabrikası, hem büyüklüğü hem teknolojisi hem de yönetim yapısı olarak Türkiye'nin en üst düzey müesseselerinden biri idi. Ailenin genç kuşağındaki bizler, uzun bir müddet orada vazife almak üzere planlandık. Daha lisedeyken, yaşıma rağmen babam beni, daha sonra kardeşimi Uzel'in yönetim kuruluna soktu. Bu sayede, iş hayatına çok disiplinli bir ortamda ısındık. Ancak, lisenin sonlarına doğru, babamızın Almanya'da kurmuş olduğu tekstil ithalatı ile ilgili kuruluşta çalışmak gibi fikirler de oluşmaya başladı.
Her sabah, 60 nolu Maçka - Tünel otobüsünün ilk durağında biner, her durakta 1-2 arkadaşımızı da alarak Tünel'e varırdık. Bilemiyorum, bugünkü öğrenciler bu zevkli otobüs seyahatini yapabiliyorlar mı ? Okulda, sürgülü hesap cetveline geçtiğimizde "bir devrim" yaşadık. Ondan evvel de "Kopfrechnen" istenirdi. Kendi çocuklarıma, hesap cetvelinin resmini gösterdim, şaşkınlıkla baktılar. Herhalde, bugün hesap makinesi bile kullanmıyorlar, herkes akıllı telefonu ile işini görüyordur. Bir açıdan, çocukların işleri basitleşmiş gibi gözükürken, diğer taraftan muazzam bir bilgi akışına maruz kalıyorlar ki, bunun içinden hakikaten ihtiyaçlarını seçmek çok zor. Bizim, son sınıflarımızda siyasi olayları daha iyi anlamaya başladık. O zaman sağ - sol diye iki gurubun çatışmasını görüyorduk. Bizim okulda, bu çatışmaları bize hocalarımız hissettirmedi, ama sağın ve solun ne olduğunu tarafsız bir şekilde öğrettiler. İsteyenimiz hatta çoğumuz, daha üniversiteye girmeden, o zaman ki çatışmaların sebepleri hakkında fikir sahibi olurdu. Bugün çekişen, hatta çatışan taraflar o kadar fazla ki, kimin kim olduğu, ne istediğini anlamak daha zor. Bu konularda, çocukların esas fikirlerinin daha çok üniversitede oluştuğunu görüyorum. Gördüğüm bir menfi gelişme de, maalesef yeni mezunlarımızın Almancalarının eskisi kadar güçlü olmadığı. Bunun sebeplerini tartışabilecek durumda değilim. Sadece Alman Lisesi'ne yakıştıramadığımı söylemek mecburiyetindeyim.
Çok isim ve resim var gözümün önüne gelen. Herr Anstock, Adnan Bey, Herr Dr. Müller, Cahide Hanım, Güzin Hanım, Sevim Hanım, Rüştü Bey vs. neredeyse bütün hocalarımı iyi hatırlıyorum. Ama, unutamayacağım hadise denirse aklıma Adnan Bey'e çıkmak mecburiyetinde kalmam gelir. Vasat bir talebe olmakla beraber, çok "uslu, terbiyeli" kabul edilen bir yapım vardı. Bu sebeple, idare ile nerede ise hiç karşı karşıya gelmedim. Frau Schmidt müzik hocamızdı. Hafif kilolu, tonton bir hanımefendiydi. Ama, nedense biz bütün sınıf bu kadıncağızı çok kızdırırdık. O da, her derste sınıf kitabının her sayfasını ihtar verdiği çocukların isimleri ile doldururdu. Tabi, ben de nasibimi aldım ve o kadar çok yazıldım ki, Adnan Bey'e çıkmak zorunda kaldım. Nedense, okul müdürü Herr Anstock'tan değil de herkes Türk müdür yardımcısı Adnan Tolun Bey'den çok çekinirdi. Tabi ben de. Müdüriyette Macide Hanım, beni görünce şaşırdı. Anlatınca merak etme, hallederiz diye benim elimden tuttu ve Adnan Bey'in odasına soktu. Adnan Bey dışarıda hiç görmediğim babacan bir tavırla "Zapsu, hayırdır beni ziyarete mi geldin?" dedi. Tabi ki biliyordu sebebini, ama zarif insan, kabahatimi suratıma vurmadı. Hepsini çok özlüyorum.
Farklı yapacağım bir şey aklıma gelmiyor. Derslerde zorlanmama rağmen, çok güzel bir öğrencilik devrim oldu. Belki, bazı imtihanlarda verdiğim cevabın mükemmel olmasından çok, bütün soruları cevaplandırmaya çalışsaydım fena olmazdı.
Merkezi imtihanda birinci sıraya koyduğum Boğaziçi Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi'ni kazandım. Alman Lisesi'nde vasat olmanın dahi önemli bir bilgi seviyesine getirdiğini ilk o zaman anladım. Öğrencilik süresinde, iş ile çok meşgul olmaya başladım, ayrıca daha üçüncü sömestrda evlendim. Böylece, üniversite sonrası yüksek lisansa hevesim kalmadı.
Benim bugün dahi, iş hayatında ve sosyal çevremde en çok kullandığım sözcüklerden biri "warum"dur. Almanca bilmeyen iş arkadaşlarıma ilk öğrettiğim kelimedir. Hiyerarşinin en altındaki kardeşimden, en üstündeki CEO'ma, yapmanız söylenen işin "neden" yapılması gerektiğini anlamadan, içinize sindirmeden yapmayın diye telkin ederim. Onun için BİM mağazalarının ofislerinde, 12 sene boyunca, elemanlarımız kendileri kocaman birer "WARUM" yazıp asmışlardır. Bu, onlara özgüven vermenin dışında, şirketin bütününün iş akışına fayda sağlamıştır. Yukarıda saydığım Alman Liseli'nin özelliklerinin tamamının iş hayatında çok faydasını gördüm : Açıklık, şeffaflık, dürüstlük müşterimiz, tedarikcimiz, çalışanımız ve bütün çevremizin güvenini kazanmamızın asıl nedenidir. Bunun neticesinde, milyonlarca insan gözü kapalı dükkanlarımıza girip mallarımızı güven içinde almışlardır. Düzenli ve programlı çalışma, her şirketin sıhhatli büyümesi için temeldir. Maalesef, memleketimizde çok görülen detaysız çalışmalar, başarıları kısa ömürlü kılmaktadır. Ama, problemlerin detayına "korkmadan" indikçe çözüm üretebilir ve kurduğunuz düzen, sağlam temellere oturmuş olur. "querdenken" sayesinde başkalarının düşünmediğini düşünürsünüz ve hangi dalda çalışıyorsanız çalışın, emin olun, bir çok boşlukları bu sayede bulursunuz. Nitekim, biz de "bu iş Türkiye'de olmaz" diyen büyük çoğunluğa rağmen, bazı işleri ortaya koyabildi isek bu "tersine düşünce" nin sayesinde olmuştur.
Gördüğüm kadarı ile, bizim okulun mezunlarının büyük çoğunluğu, hakikaten bazı özelliklere sahip oluyorlar. Hatta bu özellikleri sosyal çevrede onlara "tipik Alman Liseli" dedirtiyor. Bazen, bu halleri şaka konusu bile ediliyor. Ama emin olun bunlar gurur duyulacak şeyler : Alman Liseli " doğrucudur" yani yarım doğrularla kifayet etmez, hele doğru olmayanı hiç sevmez Alman Liseli "ordentlich"dir, yani düzen, program, plansız yaşayanı enderdir Alman Liseli "detaycıdır" üstünkörü laf ve işlere kıymet vermez, işin derinini görmek ve anlamak ister
Abitur yaptım. Bana direkt bir tesiri olmadı. Ama, muhakkak, Abitur için yaptığım hazırlık esnasında öğrendiklerim üniversite sırasında işime yaradı. Abitur, Almanya, Avusturya ve İsviçre'de üniversiteye gidecek öğrenciler için şart. Ayrıca, bir çok başka memleketlerdeki üniversitelerin de Abitur'u olan öğrenciyi tercih ettiklerini duyuyorum. Dolayısı ile, biraz zorluklara katlanıp yapılmasını, o sınıflara gelmiş talebelere tavsiye ederim. Almanların "Abitur" sistemini değerlendirebilecek durumda değilim.
Bizim, düzenli ve detaylı düşünmeye Alman Lisesi'nde şartlanmış olmamız, iş hayatındaki en büyük gücümüzdür.
Ben, kendi çocuklarım dahi,l hiç bir gence şunu veya bunu oku demedim. İş hayatı veya sosyal hayat - en büyük güç, en kuvvetli silah "bilgi"dir. Hangi branşı seçerseniz seçin, o branşta en bilgili insan olmaya çalışın. Ayrıca, okulu bitirirken, ama hangi branşı seçeyim diye bir telaşa da kapılmayın , kendinizi sıkmayın. Bir yerde başlarsınız, baktınız yürümüyor, bir başkasına kayarsınız. Dünyanın sonu değil.
GÜLBERK ÖZBAŞARAN SORUYOR
Herhalde, bugünkü Aziz olmamda, ailemden sonra en büyük rolü Alman Lisesi oynamıştır. Dolayısı ile hatıralarım sayısız. 1967'de Almanya'dan döndüğümüzde, Cahide Atakul, Huriye Necatigil, Mediha Alp, Sevim Bayer gibi çok sevgili hocalarımın, daha evvel hiç Türkçe dersi görmemiş, bırakın yazı yazmayı, doğru dürüst Türkçe konuşamayan bizlere verdikleri destek unutulamaz, hakları ödenemez. Halen, büyük kısmı ile sürekli temas halinde olduğum sınıf arkadaşlarım ile oluşan bağ, artık bir kardeşlik bağı halini almıştır. Bu vesile ile 5 sene evvel kaybettiğimiz, canım sıra arkadaşım Selim Demiren'i de rahmetle anmadan geçemem.
Biliyorum, o yaştaki gençlere fazla bir şey ifade etmeye bilir, ama bu okulun ve onlara aşıladığı düşünce tarzının kıymetini bilsinler. Bazı dersler bitmek bilmez, bazı günler heyecan ve korku tavan yapar, ama emin olun bunların hepsi geçiyor, saat dönüyor. Bu okulda geçirdiğiniz zamanın size kazandırdıklarından hayatınız boyunca istifade edeceksiniz.
Maalesef, okulun bugünkü problemlerinden uzağım. Okul müdürü olarak günlük işlerde neleri değiştirmeye çalışmam gerektiğini bilemiyorum. Genel olarak baktığımda, mesela bu kadar talep varken neden bir şube açılmadığını veya açılamadığını merak ediyorum. Aklıma iki kısıtlama geliyor: Biri kanun diğeri finansman. Ama, sanki bu ikisinin üzerinde de çalışılabilinir zannediyorum. Tabi önce böyle bir istek olmalı. Dediğim gibi konulara uzağım, yanlış bir fikir ortaya atmak istemem.