TURAM, HAMİT EMİR
DER, DIE, DAS
Ph.D.
21 Haziran 1961, İSTANBUL
Alman Lisesi öğrenim yıllarınız:
1972- 1980
Alman Lisesi sonrası eğitiminiz:
University of Evansville, Boğaziçi Üniversitesi (İşletme Bölümü, Siyasi Tarih Yüksek Lisans, Siyaset Bilimi doktorası)
Mesleğiniz:
Profesyonel sporculuk sonrasında Spor Yöneticisi, Akademisyen
Halen çalıştığınız yer / Bulunduğunuz pozisyon:
Sosyal sorumluluğu sporla birleştiren alanlarda çalışan danışmanlık şirketim var
Meslek dışı çalışmalarınız:
Alman Lisesi Yönetim Vakfı ve Mezunlar Derneği üyesiyim. (Bunun dışında farklı alanlarda dernek üyeliklerim de var)
Eserleriniz:
Uzmanlık alanlarımda yurt içinde ve dışında yayınlanmış çeşitli kitap ve makaleler
Yabancı Diliniz:
İngilizce, almanca (ileri seviyede) fransızca (orta seviyede)
Çocuklarınızın isimleri:
Emre Ve Cem
İrtibat adresiniz:
emir.turam@gmail.com
TURAM, HAMİT EMİR Cevaplıyor
Çok sayıda okulun sınavın girip çoğunu iyi dereceyle kazandıktan sonra ALman Lisesi'ni seçmiştim (sınav sonuçlarında yedek listedeydim)
Orta dereceyle mezun oldum. 7/c'de sınıf birincisi olup 'Preis' alınca idare tarafından kendi arzum hilafına A şubesine kaydırıldım. Daha çok okulda öğrenen ve derslere sınırlı vakit ayırabilen bir öğrenci olmak durumundaydım.
Ders içeriklerinin hiçbiriyle bir sorunum yoktu - bir dersi sevip sevmeme durumu hocanın kişiliği çevresinde de oluşurdu benim için. Sevdiğim ve sevmediğim hocalarım olmuştur.
Çok değerli hocalarımız oldu ve onlardan çok şey öğrendik.
Bir ara sosyal faaliyetlerin idare tarafından empoze edildiği bir dönemde 'Pul Kolu'na yazdılar beni.. Okul dışında yoğun şekilde basketbol oynadığım için okul takımında da yer aldım.
Yavuz KUBAN ve Raman KIRIMLI
Geriye bakıp düşündüğümde en fazla öne çıkan hedefim 'okulu bitirmek' olarak görünüyor. İyi bir üniversite eğitimi almak, basketbolda başarılı olmak gibi başka hedefler de var, ancak üniversiteye başladıktan sonra bile meslek seçimi yapmamıştım henüz.
BUgünkü şartlarını tam bilemiyorum ama 40 yıl öncesinde değerli hocalar vardı ve hazırlık dahil 8 yıllık sürede çok ciddi ve rekabetçi bir eğitim alma fırsatı sunardı. Şartlar farklıydı tabi; okul bize bunu sunarken bugün muhtemelen kimsenin boyun eğmeyeceği ağırlıkta bir yükün altına da girerdik. Ülkenin şartları irdelemekse apayrı bir konu, bu çalışmanın amacını da aşar herhalde.
Çok güzel yıllardı, çok güzel insanlar tanıdım, bir sürü özel anım oldu.
Yüklenmek zorunda bırakıldığımız ağır okul yükünün bir bölümünü bir şekilde delege edecek çözümler üretmeye çalışırdım.
Amerika'ya gittim, basketbol bursu ile Evansville Universitesi'nde okudum. Türkiye'ye döndükten sonra bir yandan profesyonel basketbol oynarken (Alman Lisesindeki son iki yılımda da profesyonel basketbol oynuyordum) Boğaziçi Üniversitesi'nde master ve doktora yaptım.
Çok şey kattı. Gerçi bedeli de azımsanacak gibi değildi, ama özetlemek gerekirse "spesifik ayrıntılar üzerinde analitik düşünebilmeyi ve aynı zamanda sentez yaparak büyük resmi görebilmeyi" diyebilirim.
Kaliteli hocalardan ders alarak ciddi, kapsamlı, sağlam bir eğitim alma - ve bu eğitim çevresinde 8 yıl boyunca Alman kültürüyle etkileşime girerek global bir vizyon edinme imkanı.
Yapmadım, çünkü Almanya'da üniversite okumayı düşünmüyordum.
Geriye baktığımda birçok şeyin bireysel kurulmuş olduğunu görüyorum. Sosyal alan ne okul idaresince kurumsal olarak, ne de hocalarca bireysel olarak değer atfedilen bir alan olmadığı için bu alanda başka eğitim kurumlarına kıyasla epeyce gerideyiz. Ancak edinilmiş kapasite açısından baktığımızda hangi sektörde olursa olsun ortaya Alman Liseliler lehine ciddi bir fark çıktığını yaşayarak gördüm. Belki de başka kurumları kopyalamak yerine bu temel realite üzerine kurulu özgün bir 'Alman Liselilik Ruhu' üzerinde düşünülebilir.
Eğitim çok önemli, ancak aile kültürünün getirdiği arka plan da o kadar önemli bana göre, ve giderek edinilmeye başlanılan birikimlerin değerlendirilmesi - ve tabi ki şans.
Kendilerini iyi analiz etmelerini ve kapasiteleri onları hangi alanda öne taşıyacaksa (ve neyi yaparak mutlu olacaklarsa, ki bu ikisi çok da farklı olmuyor genelde) oraya yönelmelerini tavsiye ederim.
BELİĞ ÜNLÜER SORUYOR
Alman eğitimi bireysel olarak zorlayıcı olmakla birlikte aslında sistemseldir bana göre; bireyden ziyade sistem önemlidir, sistem esnemez, ödün vermez; bireysel farklılıklarla da ilgilenmez. Bireyler sisteme uymak durumundadır, uymayan sistemin dışında kalır; bu arada sisteme uyanlar da sistem tarafından öğütülür büyük ölçüde (olumsuz anlamda söylemiyorum, bize çok büyük katkıları oldu) Alman eğitimi bana ayrıntıları sorgulamayı, ama aynı zamanda büyük resmi görebilmeyi öğretti. Amerika'daki eğitim sistemi ise epeyce liberal olup bu anlamda belki daha bireyseldir, çünkü bireyler sisteme karşı daha fazla etkin olabilirler, bireysel özellikler önemlidir. Bireysel farklılıklar sistemin içinde öğütülmez, tersine diğerlerine kıyasla öne çıkan bireyler gerektiğinde sistemi esnetebilir. Önemli gelişim yaşlarımı kapsayan 8 yıllık sürede Alman Lisesi'nde eğitim almak 'sisteme uymak' açısından bakıldığında ciddi bir disiplin kazandırdı bana; arkasından 3 yıl Amerikan sistemini yaşamak da bireysel anlayış itibarıyla bir sentez oluşturma imkanı verdi - her ikisi de birbirinden değerli ve birbirini tamamlayıcı oldu. Profesyonel spor ise bambaşka bir boyut katıyor bunlara - kazanmayı ve kaybetmeyi öğretiyor, mücadeleyi ve kapasiteyi sonuna kadar zorlamayı, vaz geçmemeyi, doğru karar vermeyi, ama doğru kararı çabuk vermeyi, takım konsepti içinde dayanışmayı, güveni, farklılıkların aslında zenginlik olduğunu ve bu metnin amacını aşacak bir sürü başka olumlu şeyi. Her üçü de birbirini tamamlıyor aslında. Alman Lisesi gibi üst seviye bir eğitim kurumundan sonra Amerika'da iyi bir üniversitede eğitimime devam edebildiğim ve bütün bunların yanında uzun yıllar boyunca üst seviyelerde profesyonel spor yapabildiğim için çok şanslı olduğumu düşünüyorum.
Derste öğrenenlerdendim, çünkü özellikle lise yıllarımda çok az vaktim kalıyordu. Alman Lisesi eğitiminin (ders yükü itibarıyla çok zor ve talepkar olmakla birlikte) buna imkan tanıması bir şanstı benim için - kaliteli hocalarımız vardı ve derste öğrenmek isteyenlere bu imkanı sunuyorlardı.
Alman Lisesiyle ve bize kazandırdıklarıyla ilgili söyleyebileceğim her şey çok olumlu iken sadece bu konu belki bir istisna oluşturabilir. Sosyal faaliyetler okulumuzun/eğitim sistemimizin ve hatta parçası olduğumuz kültürün kuvvetli taraflarından değildir ne yazık ki. Spora bakışın aslında 'eğitim sisteminin bir parçasını oluşturan sportif faaliyetler' itibarıyla kötü olmamakla birlikte (beden derslerinde birçok sportif aktivite başarılı bir şekilde yaptırılır ve öğretilirdi bizim zamanımızda) sistemin her gün tekrarlanan yapısını zorlayacak ileri seviyelerle baş edecek mekanizmalara sahip olmadığını düşünüyorum. Lise son sınıfta iyi bir takımımız vardı, ama okul bizimle ilgilenmedi, çünkü hocalar da, yönetim de - hatta sistem de - sportif başarı kazanma ve elde edilecek başarıdan değer yaratma konusunda epeyce donanımsızdı. Dolayısıyla gerçekten güçlü olan takımlarıyla ilgilenmediler, çünkü Alman Lisesi basketbol takımının şampiyon olması gibi bir amaçları yoktu - belki de bir Alman Lisesi takımının şampiyon olabileceğine inanılmıyordu - böyle bir sürecin nasıl yönetileceği hakkında bilgileri de yoktu ama galiba en önemlisi böyle bir amaçlarının olmamasıydı. (Lise son sınıfta A milli takımda oynuyordum ve Eczacıbaşı takımıyla Şampiyon kulüpler kupasında yer alıyorduk, dolayısıyla çok sık yurtdışına seyahat ediyorduk. Okul müdürü bir gün beni çağırdı ve bunu tolere etmeyeceğini, yönetmeliklerle izin verilen gün sayısından fazla devamsızlık yaparsam 'sınıfta kalacağımı' söyledi. Türkiye'yi temsil etmekte olduğum, dolayısıyla görevli addedildiğimi kendisine hatırlatan resmi Milli Eğitim Bakanlığı belgeleri kendisine gönderildiğinde söylediğinin arkasında duramadı (kötü niyetli değildi, sadece böyle durumları yönetecek donanıma haiz değildi.) Neyse, okuldan kimse takımla ilgilenmeyince bir arkadaşımızın babası (Raman Kırımlı) gönüllü olarak coachluğumuzu üstlendi, birkaç yıl önce kaybettiğimiz değerli hocamız Herr Burdenski'yi takımdan sorumlu hoca olmaya rica minnet ikna ettik ve kendi kendimize maçlara gitmeye ve kazanmaya başladık. İki yıl üst üste İstanbul Şampiyonası'nda derece yaptık. Son sınıfta derece yapınca Marmara Bölge Şampiyonası'na gitmeye hak kazandık; gittik ve orada da derece yaptık. Türkiye Şampiyonasına gitmeye hak kazandık. Bölgesel kupayla ve Türkiye finallerinde oynama hakkıyla okula geri döndüğümüzde kimse bize bir şey sormadığı gibi kupayı dahi bizden istemediler - koskoca kupa öylece bende kaldı - çünkü okul yönetimi bu tür üst seviye sportif başarılara inanmıyordu. Değerlendirecek bir formasyona da sahip değillerdi.. Takımın oyuncuları olarak kupa elimizde rastgele sınıfları dolaştığımızı, hocalardan izin alıp kupayı da göstererek onların adına kupa kazandığımızı, kazanılan başarının önemini, bu gururu paylaşabileceklerini anlattığımızı hatırlıyorum. Sonra da kupayı götürüp idareye teslim ettik. Haziran ayında yapılan Türkiye Şampiyonası'na da kendi isteğimizle katılmadık - ki derece yapabilirdik. Ve belki daha da kötüsü, kimse bize "neden gitmiyorsunuz?" diye de sormadı.
Çok değerli anılar paylaştık, çünkü çok değerli kişiler vardı takımda - önemli özellikleri olan değerli kişiler. Çok keyif alıyordum birlikte oynamaktan - sadece oynamaktan değil, saha dışında birlikte geçirdiğimiz zamanlardan da ... İyi ki oynamışım, iyi ki maçları kazanmışız, iyi ki şampiyonalara gitmişiz birlikte.
Alman Lisesi'nde eğitim almak bana çok katkı yaptı. Şimdi de, özellikle de sosyal çalışmalar kuvvetli taraflarımızdan biri olmayınca oturup eleştirmektense katkıda bulunmaya çalışıyorum. Mezunlar Derneği şemsiyesi altında bence çok önemli bir insiyatif geliştirdik bu ara, arzu eden son sınıf öğrencilerini ilgi alanlarında başarı kazanmış eski mezunlarımızla bir araya getiren ve biriktirilmiş tecrübeleri onlara aktaran bir mentörlük organizasyonu geliştirdik. İyi yönetildiği taktirde sürdürülebilir bir insiyatif olacağına inanıyouz.
Türkiye'nin düzenlediği en büyük uluslararası spor karşılaşmasıdır (aradan 13 yıl geçmiş olmasına rağmen hala) ve güçlü adaylar arasında bizim alabileceğimize kimse ihtimal vermiyordu. Değerli bir ekibin merkezinde bulunma şansım oldu, çok emek verdik ve şansın da yardımıyla başardık.
Birçok konuda liderlik yaptım, ekipler ve insiyatifler yönettim. Arka planda durmayı tercih etmek demeyelim ama öne fırlamayı çok sevmiyorum, ayrıca da her zaman ve ortamda öne fırlamayı kimseye bırakmayan birileri hep oluyor zaten.
Sporu dünya çapında söz sahibi olacak seviyeye çıkardığınızda siyasetten ayırma imkanı olmuyor zaten - Pekin Olimpiyatları Çin'in dünya sahnesine çıkışının kilometre taşlarından biriydi ve açılış töreninde 100'e yakın lider vardı, müthiş bir siyasi 'confrontation'dı ve ilgiyle izlemiştim.. Türkiye'de bu işin ilave bir boyutu daha var - devletin spora yatırım yapması anayasal bir yükümlülük iken, bu yükümlülüğün yürütme erki siyasi irade iken ve bunun sonucu olarak tüm sportif altyapı başta olmak üzere bir sürü sportif realite siyasi iade eliyle sahnelenirken spora siyasetin karışmasının doğal olduğunu düşünüyorum. Önemli olan yönetimin ehil ellerde bulunması ve sportif yönetim doğrularının sonucu olumsuz etkileyebilecek siyasi önceliklere feda edilmemesine dikkat etmektir, ki bu da mevcut durumun doğası gereği kolay değildir.
ZİYA ÖZDOYURAN SORUYOR
Birbirine eklenen yıllarla pekişen ve güçlenen bir arkadaşlık hakikaten ve iyi ki de öyle - (aslında ilkokul öncesinde yuvaya da beraber gitmiştik ama çok küçüktük o zaman tabi) Okul takımıyla bütün paylaştıklarımız çok keyifliydi ve takımda herkes önemliydi ve herkes katkı yapıyordu - yoksa basketbol gibi bir takım sporunda bir tek kişinin tek başına şampiyonluklar kazanması mümkün olmaz. Bizim güçlü tarafımız yaptığımız işten keyif aldığımız ve isteyerek oynadığımız için doğru görev bölümleri yapmamız ve herkesin üstlendiği fonksiyonları canla başla yerine getirmesiydi..
Bir sene öncesinden Evansville Üniversite'sinden tam burs almış ve kararımı da vermiş olduğumdan üniversite sınavı benim için öncelikli hedef değildi açıkçası, yine de sınava girdim ve elimden geleni yaptım. Tüm lise yılları boyunca, ama özellikle son sene basketbol yüzünden çok fazla devamsızlık yapmak durumunda kaldım, okula pek gelemedim. Herkes üniversite sınavına hazırlık kursuna giderdi o zamanlarda, kursa da gidemedim. Ama kötü bir öğrenci değildim. Sonuçta iyi bir derece yaptım, ama bir çoğumuz iyi dereceler yaptık. Benim için böyle bir beklenti oluşmamış olabilir, bu nedenle sınavda derece yapınca şaşıranlar olmuş olabilir.
Özgüvenden ziyade Herr Burdenski'nin iyiliği, doğallığı ve dostluğunun getirdiği olumlu ortamın sonucuydu o, ayrıca da 7-8 gibi bir rakam telaffuz etmemiştim, daha yumuşak bir genelleme yapmıştım :) Herr Burdenski çok iyi ve komplekssiz bir insandı, bende yeri ayrıdır, nurlar içinde yatsın.
12-D sınıfı birçok başka sınıfa kıyasla yakın dostluğunu devam ettiren, birçok şeyi paylaşan, beraber yapan candan bir dost grubu. Mezuniyetten seneler sonra 12-D sınıfı beni kendi sınıflarının mensubuymuşum gibi aralarına aldı. Düzenli olarak buluşuyoruz ve birlikte çok keyifli zamanlar paylaşıyoruz, seyahat ediyoruz.. Okul döneminde birçoğunuzla arkadaştık, bazılarınızla da çok yakın dosttuk ama yine de böyle bir şey olacağını düşünemezdim. Birlikte yaptığımız her şeyden keyif alıyorum. 12-D'nin bana bu şekilde kucak açmasından ve kendilerinden ayırd etmemesinden çok gurur duydum.
OSMAN AHUNBAY SORUYOR
Yapımda ikisinin de önemli etkisi var, dolayısıyla gerek Alman Lisesi'nde aldığım eğitim, gerekse sporcu kimliğim yaptığım her işe yansıyor. Bazen biraz fazla direkt olmanın ve net konuşmanın dezavantajlarını da yaşıyorum. Alman Lisesi'nde aldığım eğitimin etkileri deyince - bazen kendimi olması gerekenden biraz daha talepkar bulduğum olabiliyor. Aradan 40 yıldan fazla zaman geçti, hem insanlar değişti, hem de internet ortamında eğitim sisteminin dinamikleri ve yükleme kapasiteleri değişti. Bizim o günlerde maruz bırakıldığımız ders yükü ağırlığı herkesin kaldırabileceği bir şey değildi zaten.
Sadece motosiklet değil, yüzme, yelken, dalış, trekking ve her türlü doğa sporu .. Motosiklete binmekten keyif alıyorum. Yükseltilmiş bir Africa Twin motosikletim var ve otobanlarda sürat yapmaktan ziyade dağ tepe dolaşmayı, doğada olmayı seviyorum. Enerji veriyor bana, ayrıca da zihnimi boşaltmama yardım ediyor, bir nevi meditasyon gibi. Motor sürmenin kolay olmamasına ilaveten Türkiye'de motosiklete binmenin tehlikeleri itibarıyla Amerikalıların söylediği gibi ciddi bir 'challenge' olduğu için başkaldırı ve özgürlük hissi de veriyor.
TURHAN SARIDAL SORUYOR
Çok sayıda uluslararası spor yönetim platformunda yer aldım, Türkiye'yi temsil ettim; belli ölçülerde hala da devam ediyorum. Severek yaptığım bir iş olduğu için emek verdim ve tabi ki aldığım eğitimin faydasını gördüm. Bu tür platformlarda sonucu etkilemek için ayrıntıları analiz etmek kadar sonuçları birleştirebilmek için sentezler yapabilmek de önemli oluyor. Alman Lisesi bu alanlarda hepimize önemli kapasite kazandırdı.
CENGİZ SELMAN SORUYOR
Okuldan ziyade okul bağlantılı dostluklar daha önemli oldu benim için; yani ortak anılar çerçevesinde oluşan dostlukların merkezindeki kişileri özledim. Ve onlarla yeniden karşılaşmak her zaman mutluluk veriyor.
Evet, herkes öyle yapardı. Teneffüslerin uzun olmaması bir yana, içerisinde öğütüldüğümüz sonuç odaklı eğitim sisteminin getirdiği koşuşturmayı da vurgulamak lazım herhalde. Ben en arkadan gelip büfenin önünde üşüşmüş kalabalığın üzerinden paramı uzatırdım, Suna Abla da parayı alıp sandviç/gofret ya da her ne ise verirdi, süper bir uyum içindeydik yani. Nurlar içinde yatsın.
YAVUZ KUBAN SORUYOR
Çok zordu, önceliklerimi belirlemeyi ve birçok başka şeyden fedakarlık yapmayı gerektiriyordu.
ZEYNEP SAYIN SORUYOR
Hayal meyal hatırlıyorum - Maedchenhof'un arkasındaki yüksek duvardan atlamıştık galiba.