SEZEN, MEHMET CENGİZ
DER, DIE, DAS
Dr. Ing.
14 Şubat 1947, İstanbul
Alman Lisesi öğrenim yıllarınız:
1958 - 1966
Alman Lisesi sonrası eğitiminiz:
TH Darmstadt / Almanya Kimya Mühendisliği + Doktora
Mesleğiniz:
Dr. Kimya Mühendisi - Yönetim Kurulu Başkanı
Halen çalıştığınız yer / Bulunduğunuz pozisyon:
Sezen Gıda ve Kimya San. ve Tic. A.Ş. , Yönetim Kurulu Başkanı
Sezen Gayrimenkul A.Ş. , Yönetim Kurulu Başkanı
Meslek dışı çalışmalarınız:
ALKEV Yönetim Kurulu Başkanı
Eserleriniz:
20 civarında ilmi neşriyat
Yabancı diliniz:
Almanca, İngilizce
Eşinizin adı:
Ayşe Servinaz
Eşinizin mesleği:
Ev hanımı
Çocuklarınızın isimleri:
İdil Nigar Sezen ve Levent Memo Sezen
Ailenizdeki başka Alman Liseliler:
Kuzinim Canan Pak , Oğlum Levent Memo Sezen
E-posta adresiniz:
sezen@pakgrp.com
SEZEN, MEHMET CENGİZ Cevaplıyor
Babam, doktora çalışmasını Alman Prof. Dr. Arndt'ın yanında yaptığından ve aile firmamız Mustafa Nevzat İlaç San. o zamanlar Alman Schering firmasıyla çalıştığından, benim için Alman Lisesi'ne gitmek elzem olmuştu.
Orta derece bir öğrenciydim, ama sosyal olarak aktiftim; hem sınıf mümessili olarak, hem de SMV'da
En sevdiğim kimya ve Almanca, en sevmediklerim ise yurttaşlık ve coğrafya idi.
Matematik - Fizik öğretmenim merhum Hans - Jürgen Brandt.
Epik ve absurd ( avantgarde ) tiyatro, yelken kullanmak ve balık tutmak.
Güneş Onur.
Almanya'da okuduktan sonra Türkiye'de ilaç hammaddesi üretmek. Milletimiz sağlık konusunda dışarıya bağlı olmamalı diye düşünürdüm.
Ülkemiz çok daha huzurluydu. Terör diye bir şey yoktu. Bu huzuru okulda da yaşardık.
Matematik - Fizik öğretmenim rahmetli Hans Jürgen Brandt yelken yarışlarında benim flokçumdu ve 1965 yılında beraber bölge şampiyonu olmuştuk. İsimlerimizin yazılı olduğu kupa hala bendedir. Ayrıca mezun olduğum 1966 senesinde ağır geçirdiğim sarılık hastalığından dolayı okula 3 ay geç, birinci dönemin sonunda gidebildim. Hans Jürgen Brandt ve Frl. Brom ( Fr. Al Said ) derslerde geri kalmamam için hastalığım sırasında sık sık evimize gelip fizik, matematik ve İngilizce çalıştırdılar. Bu yardımı ve jesti unutamam. Bu şekilde apar topar mezun oldum.
Fizik ve matematikte elektronik, biyoloji ve kimyada ise daha çok biyoteknoloji ve biyokimya sahalarında bilgi almak isterdim.
Darmstadt Teknik Üniversitesinde Kimya Mühendisliği, Teknoloji ve Polymer Kimyası okuyup, Polymer Kimyada doktora yapıp, Dr. Ing. , Dipl. Ing. titriyle mezun oldum.
Disiplin ve planlı çalışmak, ezberlemek değil, anlamak. Alman Lisesi'nin bize verdiği umumi kültür, kariyerimizi de çok pozitif etkiledi.
Diğer okullar hakkında değerlendirme yapamam. Alman Lisesi'nde bize verilen umumi kültür çok önemliydi. Bizlere öğrenmeyi öğrettiler ("Lernen, wie man lernt.")
Benim zamanımda Abitur yapmadan mezun olunmazdı. Abitur yapmadan Almanya'da zaten okuyamazdım.
Yarım günlük bir okul olması, yatılı bölümü olmaması nedeniyle çok sosyalleşemedik. İki sene evvel Alman öğrenciler bölümünden (Deutsche Botschaftsschule) oğlum mezun oldu. O da aynı düşüncedeydi. Alman bölümü öğrencilerinin Türk bölümü talebeleriyle ilişkileri bu kadar kısıtlı olmamalı. Talebelerin okul dışında buluşacakları, eski mezunlarla tanışıp bilgi ve fikir alacakları, sohbet edecekleri bir kulüp binası olsa, bunun Alman Liselilik ruhuna katkı yapacağını düşünüyorum. Alkev olarak okulumuzun eksiklerini tamamladıktan sonra bu projeyi gerçekleştirmek çok güzel olur.
Ailem, sosyal çevrem, enternasyonal ilişkilerim ve de en önemli etken ŞANS ve tesadüfler.
Biyoteknoloji, genetik teknoloji ve de elektronik alanlarına yoğunlaşmalarını öneririm.
Biz ALKEV mütevellileri hepimiz dernek üyeleriyiz. Çoğumuz dernek kuruluşunda rol almıştır. Cemiyette ve de iş hayatındaki mevkimizi Alman Lisesi'nde edindiğimiz bilgi ve kültüre borçlu olduğumuzu düşünüp, Alman Lisesi'nde okuyan ve maddi durumu zayıf olan öğrencilere burs sağlamak için bu vakfı kurduk. Sekiz senelik okul mecburiyeti çıkınca, sekizinci sınıfı bitirip Alman Lisesi'ne gelen talebelerin dört senede kâfi miktarda Almanca öğrenemeyeceği fikriyle ALKEV okulunu kurduk. Dört yaşında yuvadan başlayıp sekizinci sınıfın sonuna kadar Alman kültür, Almanca ve İngilizce ile yetişen talebelerin, Alman Lisesi'ne girdiğinde daha hazırlıklı olmaları için. Yani biz Alman Lisesi'ne bir nevi "Vorstufe" olarak ALKEV okullarını hayata geçirdik; alternatif okul olarak değil.
Eğer başarılı buluyorsanız beni, bu benim değil ALKEV'in başarısıdır, bunu da her yönden bizleri destekleyen arkadaşlara borçluyuz. Ben 1997 - 1998 senelerine kadar senenin on ayını Almanya'da geçiriyordum, dolayısıyla dernek yönetimine girmem olanaksızdı. Vakıf başkanı olarak da kendimi zaten derneğe çok bağlı hissediyorum. Dernek - vakıf ayırımı olmaz, biz hepimiz Alman Liseliyiz ve dernek üyelerine de ALKEV'in geleceği olarak bakıyoruz.
Bildiğiniz gibi 70 -75 öğrenci ile başlayan ALKEV okullarında şu anda 700 civarında öğrenci var ve bu sayıyı 1100 öğrenci ile sınırlama kararı aldık. 17 - 20 kişilik sınıflarda ders kalitesi daha yüksek oluyor. Bu arada lise bölümünü de açtık. Bu sene ilk lise mezunlarını vereceğiz. ALKEV, "Deutsche Auslandsschule" olarak kabul edildi. Ayrıca DSD (Deutsches sprachdiplom) ve İB (enternasyonal bakalorya) ile mezun olan çocuklarımızın ilerde yurt içinde ve yurt dışında başarılı olacaklarına inanıyoruz.
Çağdaş Türk ressamlarını topladığım doğrudur. Genç sanatçıların eserlerini alarak onları desteklemenin doğru olduğunu düşünüyorum. Son beş senedir kendisini sanat dünyasında kabul ettirmiş enternasyonal sanatçılardan da eserler alıyorum.
Hayatımın 50 senesi Almanya'da geçti diyebilirim. Türkiye'de insanlar çok çabuk söz veriyor ama sözlerin çoğu tutulmuyor. Almanlar hemen el sıkışmaz fakat sözler umumiyetle tutulur. Türkiye'de, sadece trafikte değil, her konuda kurallara uymamak bir nevi marifet gibi görülüyor. Halbuki kurallara ve düzene uymak hayatı kolaylaştırıyor. Bir de randevuya sadık ve dakik olmaya daha önem verilse keşke. Almanca'da bir söz vardır: "Pünktlichkeit ist die Höflichkeit der Könige." Ayrıca çevre ve tabiatı korumaya daha çok önem vermeliyiz diye düşünüyorum.
"Gölgeler büyüyorsa orada güneş batıyor demektir."
Takımın kalecisiydim. Herhalde müdafaamız çok iyiydi, on maçta sadece iki gol yedim, hiç yenilmedik, bir üst lige çıkmayı hak ettik, grup ikincisi olarak. Haydarpaşa Veteriner Lisesi berabere kalmamıza rağmen birinci oldu, onlar diğer takımları daha farklı yenmişler. Unutamadığım olaysa şöyle gelişti: Rakip takımdan bir oyuncuya bizden bir arkadaş hata yapmış, biraz ayağı acımış. Herkes yerde yatan oyuncunun başında toplanmıştı. Ben de "Bırakın arkadaşları baksın, " deyince Veteriner Liseli kardeşlerimiz bunu hakaret olarak algıladılar. Düşünce farkı. Onlar Veteriner Lisesi ya, ben sakatlanan kişiye dolaylı olarak hayvan demişim. Maç sonrası dayak yememek için şortla kaçtım, Karaköy alt geçidinde giyindiğimi hatırlıyorum. Hâlâ gülerim aklıma geldikçe.
Çok gurur duydum, hiç beklemiyordum, sürpriz oldu. Bir sabah telefon çaldı, kibar bir hanım "Sizi Bundespraesident Horst Köhler'e bağlıyorum" dedi. Arkadaşlar dalga geçiyor sandım. Baktım hat Almanya - Berlin. Doğruymuş. "Sayın Alman Cumhurbaşkanı, sizi St. Catherina Brezilya - Blumenau şehri belediyesi bu nişan için önerdi, orada Alman kolonisinin çocuk yuvasını tamir ettirmişsiniz. Almanya - Schleswig Holstein Başbakanı da sizi aday göstermiş, orada lokal sanatçıları ve de huzur evlerindeki yaşlıları ve aileleri tarafından terk edilmiş çocukları destekliyormuşsunuz. Ankara Büyükelçimiz de sizi teklif etti. Hem ALKEV'e katkılarınızdan, hem de Türkiye'de Türk - Alman Ekonomisi Kültür Vakfı'nın kuruluşundaki katkılarınızdan dolayı. Onun için size 'Für Ihre Verdienste für das Deutsche Volk und für den Deutschen Staat' yüksek liyakat nişanını vermekten gurur duyuyoruz," deyince ne yalan söyleyeyim, nutkum tutuldu. Tarabya elçilik yazlık binasında, akabinde Schleswig Holstein başşehri Kiel ve Berlin'de ki törenlerde gözüm yaşarmadı dersem yalan olur.
Bu abartılmış bir tarif. Elimden geldiği kadar iki taraf arasında gerek iş, gerek kültür ve sosyal alanlarda ilişkiler kurmaya çalışıyorum.
Türk sanatçılarını, kültürünü tanıtmakta daha aktif olmalıyız. Türkiye'deki azınlıkların vakıflarına, okullarına ve kiliselerine karşı tutumda pozitif gelişmeler Almanya'da çok hoş karşılandı. Devam etmeli. Kültürel alanda bir Fazıl Say konseri, bir Nuri Bilge Ceylan fotoğraf sergisi, kılıç kalkan ekibi gösterisinden çok daha etkili oluyor bence. Mesela İKSV'nin Almanya'da Türkiye imajına katkısı birçok bakan ve bakanlığımızın söz ve çabalarından daha fazla ve değerli olmuştur.
İlgimi tabii çekerdi. Şirketimizin kurucusu dedem (annemin babası) Prof. Mustafa Nevzat Pısak Türkiye'de ilk enjektabl ilaçları yapan kişiydi. Benim zamanımda Türkiye'de bir ilk olarak "FDA approval" (Amerikan Sağlık Bakanlığı onayı) aldık. Amerika'ya enjektabl onkoloji ürünlerini satmak milletimiz adına gurur verici olmuştur. Genç olsaydım, enerjim olsaydı yine bu sektörde ARGE çalışmalarına önem verirdim.
Sevdiklerimle beraber oluyorum, mümkünse denizlerde, sahillerden uzaklarda ve günlük gazeteleri okumadan.
Bu artık yaşımdan dolayı benden geçti. Gençleri ARGE'ye teşvik ediyorum. Kopyalamak değil geliştirmek güzel.
Sadece dönem arkadaşlarım değil, ALKEV'den dolayı benden 3-5 sınıf büyük ve de 20-25 yaş gençlerle buluşup çok güzel şeyleri paylaşıyoruz. Alman Lisesi'nde şimdiki öğretmenleri tanımıyorum. Yeni gelen müdürü de birkaç kez gördüm, zamanla herhalde daha yakın tanışırız. Şu andaki İstanbul Alman Liseliler Derneği yönetimi çok aktif çalışıyor. Bu bizleri muhakkak ki camiaya daha çok yakınlaştıracaktır.
Dedem Prof. Mustafa Nevzat Pısak; hem hümanizm yönünden, hem de başarıya teşvik tarzıyla. Bahçe kapısını kapattırmazdı, "Deniz bizim değil, bahçemizden geçerek denize girmek isteyenlere mani olmayın, acıkanlara yemek, susayanlara su verin," derdi. Başarıya teşvik konusunda ise şunu örnek verebilirim: Bir gün bahçede dolaşırken ceviz ağacının alt dalını koparıp ayaklarıyla ezdi. "Dede niye öyle yaptın?" deyince, "Bak oğlum, ne olursan ol, üstte ol, aşağıda kalırsan işte böyle hırpalanır, ezilirsin " demişti. Etkileyici ve öğretici oldu.
Kâfi miktarda yaşarsam, torunlarıma yelken kullanmayı öğretmek isterim.
SEMA ÇAĞA SORUYOR
Doğru, haklısın! Büyük şehirlerde umumiyetle daha sık sanat etkinlikleri oluyor. Gezgin olarak dünyayı gezmek, dünyanın güzelliklerini ve değişik kültürleri tanımak ve sanat birikimlerinin sergilendiği müze ve sergileri ziyaret etmek sanat anlayışımızı geliştirir. Böylece daha bilinçli olarak eser toplayabiliriz.
Çok felsefi bir soru. Hayatta yaşadıklarımızla hayallerimiz de değişiyor. En büyük hayalim şudur budur demek mümkün mü bu durumda? Acaba "elde ettiklerinle yetin, mutlu ol, daha fazla hayal etme, isteme" manasını mı çıkarmalıyız bu sözden?
Bilimde Newton, Einstein, sanatta Paul Klee ve Kandinsky, edebiyatta ise Franz Kafka ve Günter Grass.
Benim için El Dorado Güney Amerika'da altın madenlerinin olduğu ülke değil, dostlarımla, sevdiklerimle huzur içinde beraber olduğum yerdir.