SEVGEN, SEMA
DER, DIE, DAS
Alman Lisesi öğrenim yıllarınız:
1966-1974
Alman Lisesi sonrası eğitiminiz:
İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı
Mesleğiniz:
İngilizce Okutmanı
Halen çalıştığınız yer / Bulunduğunuz pozisyon:
Emekli
Eserleriniz:
Yabancı diliniz:
Almanca, İngilizce, Fransızca
Eşinizin adı:
Ömer Ünalan
Eşinizin mesleği:
Makina Mühendisi
Çocuklarınızın isimleri:
Cihan
Ailenizdeki başka Alman Liseliler:
Perizat (Anne)
E-posta adresiniz:
semasevgen@gmail.com
SEVGEN, SEMA Cevaplıyor
Annem, Alman Liseli olduğu için, benim de aynı okula girmemi istemiş. Ben henüz ilkokulu bitirmiş, küçük bir kız olarak karar verecek konumda değildim. Sınavlara, o zamanın ünlü test hocası, Şirinyan Hanım ile hazırlandım. Aslında başka okul sınavlarını da kazandım, ama Alman Lisesi'nin pırıl pırıl aydınlık dersliğinde sınava girmek, okulu bana çok yakın hissettirdi. Girdiğimden mezun olduğum zamana kadar da okulu hep sevdim, her zaman benim için çok özel bir yeri oldu.
Çalışkan ve sessiz bir öğrenciydim. Harika notlar almazdım, ortalama giderdim. Hiç sınıfta kalmadım.
En sevmediğim fizik ve matematikti. Beni çok zorlardı bu dersler, çünkü konsantrasyonum da hep zayıftı, çok yanlış yapardım. Son sene ise fizikten tek derse kalıp öyle geçmiştim. İngilizce en kolay gelen ders oldu. O nedenle daha çok severdim. Resim dersleri ise eğlenceli gelirdi.
Herr Lanninger ve Herr Müller etkili öğretmenlerdi. Herr Söllter unutulmazdı.
Ders dışında sevdiğim, yakın olduğum bir iki arkadaşla vakit geçirmeyi severdim.
En uzun yıllar birlikte oturduğum sıra arkadaşım Canan İnal'dı. Herhalde 8 yılın 7 yılı birlikte oturduk, birlikte dersler çalıştık, sınavlara çalıştık. Üstelik hala dostluğumuzu sürdürüyoruz.
O sırada çok bilinçli olduğumu söyleyemem. Öncelikle okulu bitirmekten başka şey düşünmedim. Sonrası için belki yurt dışına giderim diyordum ama olmadı.
1966-1974 Alman Lisesi yılları İstanbul'u fena değildi. Elbette acılar yaşanıyordu, hiç eksik olmadı ki ama daha seyrekti. Ama, ben o zamanlar çok bilinçli değildim, ancak okul ve kendi yaşantımız ile ilgiliydim. Üzerimizde baskı hissetmiyorduk. Özgür ve rahattık, o zamanın İstanbul'u çok daha iyiydi. Ülkenin şu anki durumu ise, o zamana göre bana göre içler acısı! Hepimiz politizeyiz, sanat, keyif, güzelliklerle ilgilenebilme dama atılmış durumda. Yaşam zorlaştı, umutlar azaldı. Okuyanlar bundan nasıl etkileniyor? Eminim onlar da gergin ve gelecek açısından güvensizler. Eğitim açısından ise şimdi lisenin 9. sınıftan başlamasını bizim döneme göre çok eksik buluyorum. 8 yıl insana çok daha fazla şey katıyordu.
Hocalara ait komik olaylar hatırlıyorum. Bir tanesi: Rahmetli Rüştü Bey'in kompozisyonundan zayıf alınca, bir dahaki kompozisyonda aile kökenimin Şeyh Yahya Efendi'ye dayandığını yazdım ki bu doğru. Bir daha zayıf almadım! Herr Söllter'i hiç unutamam. Herr, derste sınıftakileri feci azarlardı. Her sözünü ezberlemiştim artık ve bir gün kağıda döktüm. Mezuniyetten sonra bir arkadaşın evinde, Herr Söllter davet edildiğinde bu kağıdı kendisine okumuşlar. Şaşırıp kalmış. Bir de Herr Geyer, matematik hocamız, her ders beni "An die Tafel Sema" diye kaldırıdı. Bir gün kar kış, okula geç kalmışım, elimde Verspâtungszettel ile sınıfa girdim. Daha çantamı sıraya koyamadan "An die Tafel Sema" diye beni tahtaya çektiydi. Artık sınıf öğrenmişti. An die Tafel denince onlar da Sema derdi. Eğleniyordu adam benimle sanırım. Tahtada bocalayan zavallı bir kız!
Çok daha farkında olarak okumak, dünyaya daha ilgili ve akılcı bakmak isterdim.
İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı'nı bitirdim.
Her şeyden önce, çok iyi bir İngilizce öğrenmiş olduğumuzdan üniversitede hiç sıkıntı çekmedim. Ama, kişiliğime, düşünce tarzıma, davranışıma kattığı şeyler çoktur. Kendimi güvenli, saygın, mutlu bir dünya vatandaşı hissetmemi sağladı.
Alman Lisesi ikili bir düşünce sistemi veriyordu. Hala öyle mi bilmiyorum. Aufsatz yazarken mutlaka her olayın iki yönünü de düşünmek ve incelemek gerekiyordu. Bu bana çok yerleşmiştir. Hiç bir şeye iyi, kötü diye tek bir bakış getiremem, her yönünü düşünürüm. Bence bu çok olumlu. Galiba bir şekilde fazla bireysel de yapıyor. Alman Liseliler'in daha rahat ve emin davranışları, yine rahat giyimleri, doğaya yatkınlıkları hep okulun hissettirmeden verdikleri olsa gerek. Her Pazartesi okula geldiğimizde, küçük sınıflardayken, hafta sonu ne yaptınız diye sorardı Frau Wossidlo. Sınıfta birçok kişi "Ins Kino gegangen" derdi ve bize kızardı, güpgüzel havada neden açıkta dolaşmıyorsunuz diye. Spor da her zaman önemsenmişti okulda. Tüm bunlar bize doğaya, aktiviteye yakın olmayı aşıladı. Galatasaraylılar'ın, İstanbul Liseliler'in daha çok birbirine sarılması bizde yok. Kolejlilerin hayata hafif ve snob bakışı da pek yok. Bizde bir ağırlık var her zaman gibi geliyor bana.
Abitur yaptım, ama Türkiye'de kalınca normal lise bitirmekle eşdeğer oluyor.
Eğer fikrin varsa titre ihtiyacın yoktur. Eğer fikrin yoksa titrin zaten önemi yok.Eğer fikrin varsa titre ihtiyacın yoktur. Eğer fikrin yoksa titrin zaten önemi yok.Eğer fikrin varsa titre ihtiyacın yoktur. Eğer fikrin yoksa titrin zaten önemi yok.Eğer fikrin varsa titre ihtiyacın yoktur. Eğer fikrin yoksa titrin zaten önemi yok.
Alman Liseli, ciddi, kafası çalışan, olayları çeşitli boyutlarıyla ele alıp, problemlere böyle eğilen, ayağı yere basan, doğaya yakın biri bence. Bu arada epey de kişisel. Bu ruh var bizim dönem ve öncesinde. Sonrasını bilmiyorum. Umarım sürüyordur.
Eğitimin yanı sıra bana kendimle gurur duymamı, bir dünya vatandaşı olmamı ve rahat hissetmemi sağladı.
Alman Lisesi'ni hala şiddetle tavsiye edeceğim elbette, burada okuyanlara gözlerini dört açıp dünyayı kaçırmamalarını önerirdim, hocaları ile yakın temas kurmalarını ve ders dışı kendilerini geliştirmelerini tavsiye ederdim. Sektör konusunu bilmiyorum, onların yeteneğine ve arzusuna bağlı. Ama, ne seçerlerse seçsinler Türkiye'nin ve dünyanın durumunu karşılaştırmalı olarak iyi takip etsinler.
CANAN İNAL SORUYOR
Alman Lisesi'nin eğitim yaşamımdaki yeri en büyük! Çok şey aldık okulumuzdan diye düşünüyorum.
Alman Lisesi'nin eğitim yaşamımdaki yeri en büyük! Çok şey aldık okulumuzdan diye düşünüyorum.
Okulun resim derslerinin çok ciddi olduğunu ve gerçekten güzel şeyler ürettiğimizi, hocaların da bizimle tek tek uğraştığını, çalışmalarımızı değerlendirdiğini anımsıyorum. Çini mürekkebi ile yaptığımız resimleri, perspektif çalışmaları ve Linolschnitt ile baskıları iyi hatırlıyorum. Onun dışında ünlü ressamlar ve yapıtlarıyla ilgili dialar izlerdik. Bunların hepsi iyi kötü sonraki yaşam için minik temeller oluşturuyor.
Bence yabancılarla birlikte olmak, dillerini konuşup, o dilde fikir üretebilmek, bizim globallikte yerimizi daha sağlam hale getirdi. Güçlü kişilikler kazandık.
Okuldaki öğretmenlerin hemen hepsine aynı mesafedeydim sanırım. Belki de yapım böyle. Okul fen lisesiydi ve fen dersleri de beni zorluyordu, dolayısıyla Herr Geyer ve Söllter gibi hocalar için çok çalışmam gerekiyordu, üstelik Herr Geyer de her gün derse kaldırırdı beni. Son yıl, Herr Müller ile ise Almanca ve fikir tartışmalarında yine epey zorlandığımı hatırlıyorum. Yazdıklarıma baktığımda en çok Alman hocalardan etkilenmişe benziyorum, ama bir de Lamia Hanım gibi çok tatlı ve kibar bir edebiyat öğretmenimizi de unutmayayım. Onun dışında hocalarla yakınlaşmadan düzenli çalışmayı sürdürenlerdendim.
Okul eğitimimiz sırasında, 11. sınıfa kadar, belki de sınıfımızdan kaynaklı, çok sosyal değildik. Düşündüğüm zaman Alman Lisesi'nin bireyselliği önde öğrenci yetiştirdiğini sanıyorum. Dolayısıyla başka bazı okullarda olan sıkı grup ilişkilerini bizde göremiyorum. Şu anda da derneğimiz bizleri bir araya getirmek için epey uğraşıyor, ama yine de katılımı yeterli bulmuyorum. Bireysel gayretler gerekiyor.
Alman Lisesi'ni kendim seçebilecek yaşta değildim, ilkokul sonda ailemin kararıyla okula girdim. Annem de 9. sınıfa kadar Alman Lisesi'nde okumuş, savaş çıkıp okul kapanınca İstanbul Lisesi'ne geçmiş. Annem de babam da yabancı dile ve yabancılara açık bir yaşama önem veriyorlardı.
İlk soruda yanıtladığım gibi, gurur duyduğum temel taşlarımdan Alman Lisesi.
Okul sonrası arkadaşları kaybetmemek kişinin kendi çabasıyla olan bir şey. Bazı arkadaşlarım hiç geri dönüp kimseyi hatırlamaya gereksinim duymuyor, ama ben 50 yıllık okul arkadaşlarımla birlikte olduğumuzda sanki hala okulun sıralarını paylaşıyormuşçasına mutlu oluyorum. Elbette bizleri bağlayan çok şey var. Bence bu ilişkiler çok özel ve öyle de olmalı! Ama bunu okul mu bize verdi? Bence hayır.
DENİZ BACIOĞLU SORUYOR
12 A'ya gelmek başta çok zorladı beni. Çünkü sizler ya Alman ya da Almanya'dan gelen Türkler olarak anadili Almanca konuşuyordunuz. Bizim geldiğimiz sınıf çekingen, kendi halinde bir grupken sizin sınıf çok aktif, her derse fikren yüzde yüz katılan, kendine verilen notu beğenmeyip tartışan bir sınıftı. 3 ay kadar hiç uyamadım ve herhalde bu okulu bitiremeyeceğim diye düşündüm. Alıştığımda ise okul bütün öteki yılların hepsinden daha keyifli geldi.
Sanmıyorum.
Eskiden Avrupa ülkeleri çok çekici geliyordu. Hala da öyle aslında, keyif için Avrupa. Ama son yıllarda yaptığım Asya gezileri, Orta Doğu beni çok mutlu etti. Doğunun ışığı, enerjisi ve yakınlığı farklı. Batıda Avusturya, Doğuda Moğolistan diyeyim.
2011'de asla beklemediğim muhteşem bir sürpriz oldu benim için. Gülerek, nasılsa kazanamam diyerek katıldığım yarışmanın sonucu telefonla bildirildiğinde, arkadaşlarım, onları çok kandırdığım için, bana oyun oynuyorlar sandım ve telefonu alay ediyorsunuz diyerek gülüp kapattım. Gerçek olduğunu öğrendiğimde bile inanmam epey sürdü. Resmin Avustralya'da müzeye konması ise bambaşka bir mutluluk. Resmimde Gelibolu belgeselinden etkilendiğim mektupları işlemiştim. Savaşta aileleriyle mektuplaşan ve feci şekillerde ölen askerler beni çok üzmüştü.
Çok uzun olmayan bir süredir seramik ilgimi çekmeye başladı, seramik çalışıyorum. Zaman, resim, seramik, gezi ve kültürel seminerlere ayrılmış durumda. Elbette ailemi arkadaşlarımı unutmuyorum. Ama sanat, kültür faaliyetleri ve geziler inanılmaz oyalıyor beni, sanatta sürekli bir savaşım var, yaptım, yapamadım derken kafa hep dopdolu.