SERDENGEÇTİ, MEHMET KEMAL
DER, DIE, DAS
Avukat
02.09.1977 İstanbul
Alman Lisesi Öğrenim Yıllarınız:
1988 - 1996
Alman Lisesi Sonrası Eğitiminiz:
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Columbia Üniversitesi Hukuk Fakültesi LLM Master Programı
Columbia Üniversitesi Hukuk Fakültesi J.D. Programı
Mesleğiniz:
Avukat
Halen Çalıştığınız Yer / Bulunduğunuz Pozisyon:
SEOR Hukuk Bürosu Kurucu Ortağı
Meslek Dışı Çalışmalarınız:
Fenerbahçe Kongre Üyeliği
Büyük Kulüp Derneği
Yabancı Diliniz:
Almanca, İngilizce, Fransızca
Eşinizin Adı:
Naz Aslı Serdengeçti
Eşinizin Mesleği:
Endüstri Mühendisi
Çocuklarınızın İsimleri:
Halise Nil Serdengeçti
Ailenizdeki Başka Alman Liseliler(Varsa):
Eşim Naz Aslı Serdengeçti
İrtibat Adresiniz:
Email: kserdengecti@seor-law.com
SERDENGEÇTİ, MEHMET KEMAL Cevaplıyor
Kendimi bildim bileli yakın hissettiğim Alman kültüründen dolayı Alman Lisesi benim için hep aklımda olan bir okul olmuştu. Girdiğim sınavlar sonrasında kazandığım birkaç okul arasında Alman Lisesi de olunca gerekli seçimi yapmakta pek zorlanmadığımı hatırlıyorum. Yalnızca, Galatasaray Lisesi mezunu olan babamdan kaydımı Alman Lisesi'ne yapmasını istediğimde biraz burulduğunu hala anımsıyorum.
Alman Lisesinde nispeten az çalışan ama oldukça iyi sonuçlar alan ve derece yapan öğrencilerden olmuştum. Okulun ezberci zihniyetten uzak, sorgulamayı ve konuları akıl ile kavramayı teşvik eden yapısından son derece faydalanabilen bir öğrenci oldum ve çalışmaya ayırdığım saatlerin çok ötesinde sonuçlar elde edebildim.
Tartışmasız olarak Almanca açık ara en sevdiğim ders oldu. Açıkçası Almancanın genel kabul gören anlayışın aksine son derece ilgi çekici, bilimsel ve edebi değeri de çok yüksek bir lisan olmasının da bunda önemli katkısı olduğu kanaatindeyim. Ondan sonra da, Matematik ve Türk Edebiyatı derslerinden de keyif aldığımı hatırlıyorum. Sevmediğim ders olarak ise maalesef pek yeteneğim olmayan resim dersi aklıma geliyor. Spor dersinde de kasalardan atlamayı pek sevmediğimi hatırlıyorum.
Almanca hocam olarak 6. Sınıftaki hocamız Herr Gert Schiessl'ı kesinlikle en değerli hocalardan biri olarak hatırlıyorum. Sırf Almancayı pekiştirmemizi değil aslında hem dili hem de altındaki kültürü içselleştirmemizi sağlayan ve benim açımdan hayatsal etki yapan bir hocaydı. Genel anlamda zor olarak kabul edilen ama bana çok değerli katkıları olan bu hocamı unutmam mümkün değil. Kendisine ek olarak da Türk Dili ve Edebiyatı hocam Tülin Aybars'ı da burada anmam gerekiyor. Kendisinin lise seviyesinin çok ötesinde bir edebiyat anlayışı ile insancıl ve hayata böyle bir edebiyat çerçevesinden bakışını öğrencilerine çok iyi yansıttığını düşünüyorum. Kendisi benim için kesinlikle unutulmaz ve bana katkılarını hala hissettiğim bir hocamdır.
Alman Lisesi'nde sanatsal aktivitelerin bizim dönemimizde de önemli olduğunu ve bu konulara ilgili öğrenciler için önemli olanaklar sunduğunu hatırlıyorum. Bilhassa tiyatro ve müzikal alanına olan ilgimi ve Almancaya olan yatkınlığımı da göz önünde bulundurarak Porgy and Bess müzikali ve Dreigroschenoper'de oynadığım rolleri ve bu oyunları oynadığım sahneyi de herhalde hayatım boyunca hatırlayacağım. Tabi ki bu çalışmalarda çok önemli rol oynayan Almanca hocamız Herr Gerhard Nurtsch'u da burada anmam gerekir. Sanırım ömrüm boyunca süren tiyatro sevgim ve merakımın gelişiminde kendisinin de çok önemli katkıları olmuştur. Bu bakımdan Alman Lisesi'nin öğrencilerine sırf orada verilen derslerin içeriğinin çok ötesinde katkı sunduğunu düşünüyorum ve bu yönüyle diğer okullardan da ayrıldığı kanaatindeyim.
Hepsi hala daha en yakın arkadaşlarım olan Boran Evren, Tuğrul Pehlivanlı, Hakan Kılınç. Okulun son senelerinde de Mehmet Fatih Aydıner ile çok güzel sıra arkadaşlığı dönemleri yaşadık.
Aslında seyrettiğim bir filmden etkilenerek seçtiğim hukuk tahsilini nasıl yapabileceğimi düşündüğüm için belli bir ülkeden çok nerede bu ilk tahsilimi yapmam gerektiğini düşündüm. O bakımdan tüm ihtimalleri canlı tutabilmek için, Amerika üniversiteleri için SAT sınavlarına, Almanya ihtimali için de okulumuzun çok büyük bir avantajı ve öğrencilerine sunduğu fırsat olan Abitur sınavlarına ve tabi ki Türkiye'deki üniversite giriş sınavlarına girdim. Hayalimin ilk basamağını en uygun olarak burada gerçekleştirebileceğimi düşündüğüm için İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdim ve fakülteyi birincilikle bitirdim. İleride de New York'ta Columbia Üniversitesinde hem master hem de J.D derecelerini alarak hem Amerika'da hem de Türkiye'de hukuk alanında çalışma şansım oldu.
Ülke olarak belki daha karışık, imkânların daha kısıtlı ama hayata daha berrak ve umutlu bakılan bir dönem olduğunu düşünüyorum. Sosyal medyası olmayan, internetin ülkeye biz Alman Lisesinden mezun olduktan sonra geldiği bir dönemde, ortaokul ve lise eğitimini almış olmanın dezavantajlarından çok o dönem öğrencileri için avantajları olduğunu düşünüyorum. Açıkçası gençlik döneminde bu kadar karışık bir dünyada olmamanın bizleri bir ölçüde koruduğunu da hissediyorum. Ancak; sonuçta herkes kendi gençlik döneminin en güzel dönem olduğunu söyler ve hepimiz o yılların özlemiyle yaşamımızı sürdürürüz.
Kendi açımdan Porgy and Bess müzikali ve Dreigroschenoper'de oynadığım rolleri ve bu oyunları oynadığım Teutonia'daki sahneyi unutamadığımı söyleyebilirim. Bu sayede sahne tozu yutmuş oldum. Onun dışında Alman Lisesi ekibi olarak yaptığımız Berlin ziyaretini ve bir de İstanbul surları gezimizi de hep keyifle hatırlayacağım. Bilhassa Projektwoche'deki sur gezisinde gezdiğimiz bazı yerlere o zamandan beri hiç gitme fırsatım olmadı ve bu geziyi düzenleyen Alman hocamızın İstanbul'a ve tarihine bizden çok daha hakim olduğunu da söylemek zorundayım. Bir de zamanındaki sınıf futbol takımına girme konusundaki rekabeti ve takımda oynayabildiğim tek maç için unuttuğum malzemeleri rahmetli anneannemin kalkıp son anda nasıl yetiştirdiğini de dün gibi hatırlıyorum. Cumhuriyet döneminin ilk kadın eczacılarından olan Halise Ayan'ın bana her konudaki desteğini hep hatırlıyorum ve anısını da bizzat kızımın isminde yaşatmaya devam ediyorum.
Sanırım herkes şu anki bilinciyle ve hayat tecrübesiyle o eski öğrencilik ve gençlik yıllarına dönmek ister. Ama aslında o yılları özel ve benzersiz kılanın asıl o senelerdeki çömezliğimizin ve hayatla ilk kez karşılaşıyor olmamızın yol açtığı hatalar ve yol kazaları olduğunu düşünürüm. O açıdan o yılları o dönemdeki eksik tecrübemle yaşamış olmayı bilmiş de küçülmüş şekilde yaşanacak bir döneme tercih ederim.
Alman Lisesi sonrası İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdim ve fakülteyi birincilikle bitirdim. Ondan sonra da New York'ta Columbia Üniversitesinde hem master hem de J.D derecelerini alarak ve New York Barosu sınavını da kazanarak hem Amerika'da hem de Türkiye'de hukuk alanında çalıştım. Ayrıca bir dönem de Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesinde ticaret kürsüsünde akademisyen olarak da bir çalışma dönemim oldu. Uluslararası hukuk bürolarında edindiğim ticaret hukuku tecrübemi de şu anda kurucu ortağı olduğum SEOR Hukuk Bürosunda sürdürmekteyim.
Alman Lisesinde verilen eğitimin dışarıdan tahmin edilenin aksine sorgulama, kendi doğrularını araştırma ve bilgiye de şüpheyle, analitik yaklaşabilme yetisi kazandırdığı kanaatindeyim. Sırf katı ve şekilci bir disiplin yerine içten oluşan bir sorumluluk duygusunun yine okulun kazandırdıkları arasında olduğunu görüyorum. Üstelik sadece tek yabancı lisan yerine iki yabancı lisanı da çok üst seviyede öğrencilerine aşılayabilen bir okul olması da öğrencilerin gelecekteki hayatlarında onlara net bir avantaj sağlıyor.
Bir önceki soruda belirttiğim gibi sorgulama yetisi ve verilen bilgileri de mantık süzgecinden geçirebilme yetisini kazandırmasını okulun en temel niteliği olarak görmekteyim. Ezbere dayalı eğitimin maalesef Türkiye'de ne kadar yaygın olduğunu düşündüğümüzde okulumuzun bize akıl ve mantık esasına dayalı olarak çizdiği eğitim rotasının kıymeti daha da iyi anlaşılmaktadır. Ayrıca öğrencilerine en az iki yabancı lisanı üst seviyede öğreterek onların dünyalarının daha da geniş olmasına net bir katkı sunduğunu da düşünüyorum. Üstelik dünyamız gittikçe birbirine daha da bağlı bir yapıya dönüşürken bir dünya vatandaşı yaratma konusunda da okulun ülkemizdeki diğer örneklerinden net olarak ayrıldığını söyleyebiliriz.
Abitur'un Alman Lisesi'nin sağladığı en değerli fırsatlardan biri olduğunu düşünüyorum. Okulda aldığımız eğitimin de Türk öğrenciler için de Abitur'da başarılı sonuçlar almak konusunda yardımcı olduğunu da belirtebilirim. Örneğin özel bir ilgi alanım olmamasına rağmen Abitur'da fizik alanında sınava girmiş biri olarak Abitur'daki fizik sınavının bizim okuldaki aldığımız dersleri iyi özümsüyebilmemiz sayesinde çok rahat ve başarılı geçtiğini hatırlıyorum. Ben öğrencilere ileride Almanya'da üniversite eğitimi alıp almayacaklarından bağımsız olarak bu sınavı almalarını kesinlikle öneririm zira bu sınava katılma fırsatı ve onun sonucunda size açılabilecek kapılar kesinlikle okulumuzun öğrencilerine sunduğu çok değerli ve kaçırılmayacak bir fırsat.
Okulun kendine has bir ruhu olduğunu ve aynı eğitimden geçen insanların eşimin de yukarıda belirttiği gibi birbirleriyle daha iyi anlaşabildikleri ve özel bir bağ kurabildiklerini düşünüyorum. Ancak yine de Alman Liselilik kimliğini daha belirginleştirmek için mezunlara da önemli görevler düştüğü kanaatindeyim. Bunun için de mezunların Alman Lisesi Mezunlar Derneği'nin çalışmalarına çok daha aktif katılmaları önemli katkı sunacaktır. Bir de Alman Lisesi mezunları arasında dayanışmanın arttırılması ve örneğin Galatasaray Lisesi mezunları arasında görülen birbirine sahip çıkma kültürünün yaygınlaştırılmasının da faydalı olacağı kanaatindeyim.
Kararlılık, zeka ve her zaman şans faktörü de hayattaki geldiğimiz noktalarda etkin olmaktadır.
Bir 1996 senesi mezunu olarak ben mezun olduğumda henüz internetin evlerde kullanılmaya başlamadığını, cep telefonlarının çok iptidai dönemlerini yaşadığımızı ve bugün hayatımızı tam anlamıyla belirleyen sosyal medya gibi bir kavramın bile olmadığı bir dönemde mezun olmuştuk. Bizim hayata bakışımızla yeni nesillerin farklı olacağını ve onların içinde yoğruldukları sosyal medya ve teknolojik gelişmeler çağında bunlara uygun olarak bir yön çizeceklerini düşünüyorum. Onun için de onlara spesifik kendi dönemimizin mesleklerini empoze etmek çok da mantıklı gelmiyor, ancak onlara yollarını seçerken sırf maddi karşılık dışında kendilerini ruhen de tatmin edecek ve hayatta huzurlu ve mutlu olmalarına imkan verecek bir yol seçmelerini dilerim.
TUĞRUL PEHLİVANLI SORUYOR
Biz zamanında nispeten uslu ve çok da kurallar dışına çıkmayan çocuklar olarak okulu pek de kırmazdık. Ama nadiren kırdığımızda İstiklal Caddesi voltaları, Lebon ve Tuna kafeler ve hele güzel bir film varsa sinema kaçamaklarını da keyifle hatırlarım. Tabi bir sefer okulu kırıp maça gidip sanırım orada bir tanıdıklara yakalanmışlığımız da vardır. Okul kırdığımız bir gün Göztepe Parkı'ndaki bıçkın sokak çocuklarına soyulmamız ise bence o yaşlarımızın korku, heyecan ve şaşkınlıktaki zirvesidir.
O servis bizim açımızdan daha hazırlık zamanında hayatla tanışmamızı sağlayan bir işlev görmüştü. Sanırım ilk tartışmamızı ve büyük sınıflardan ilk ufak dayaklarımızı da o serviste yemiştik. Umarım biz ileriki yıllarda küçüklere karşı daha anlayışlı abiler olduk. Hem Suna Abla hem de Melih Abi'yi hoş sohbetleriyle ve bizlerle ilgilenmeleri ile çok olumlu olarak hatırlıyorum. Gerçekten okula ek bir kültür sağlamıştı bu servis ve şimdi dönüp baktığımızda çok güzel hatırladığımız bir dönem olmuştu.
HAKAN KILINÇ SORUYOR
Hem ülkemizi hem de dünyamızı kurtarırdık gençliğin bize verdiği heyecan ve bitmek tükenmek bilmez umutlarla. Oysa dünya bizim tahminimizden çok daha farklı ve acımasız bir yermiş. Ama yine de o genç yaşımızda okuldaki beğendiğimiz kızlardan çok siyasi gelişmeleri ve gönlümüzdeki parti adaylarını yarıştırıp son zile kadar nefessiz tartışmamızın keyfini hayatta çok az şeyde almışımdır.
Okulun bana kattıklarını düşündükçe kendi kızımın da burada okumasını tabi isterim. Okulun hem aynı eğitim seviyesini hem de kendisini diğer okullardan ayıran özelliklerini yıllar içindeki tüm farklılıklara ve değişimlere rağmen koruduğunu da düşünüyorum.