ÖKTEN, UMRAN
DER, DIE, DAS
15 Ocak 1949, Ayvacık, Çanakkale
Alman Lisesi öğrenim yıllarınız:
1960-1968
Alman Lisesi sonrası eğitiminiz:
İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi (İİTİA)
Mesleğiniz:
İktisatçı
Meslek dışı çalışmalarınız:
ÇEV (Çağdaş Eğitim Vakfı) ve ALKEV kurucu mütevellisi, Fenerbahçe Kongre Üyesi
Yabancı diliniz:
Almanca, İngilizce, Fransızca
Ailenizdeki başka Alman Liseliler:
Ablam Prof. Dr. Emel Huber (1966 mezunu)
E-posta adresiniz:
umranoktenfb@ttmail.com
ÖKTEN, UMRAN Cevaplıyor
Ablam Emel benden 2 yıl önce girmişti Alman Lisesi'ne. Evde zaman zaman Almanca sözcükler söylerdi (Anımsadığım: "Bitte Herr Lehrer."); ben de ona öykünür, çok heveslenirmişim yabancı dil öğrenmeye. Malûm, bizim okulumuz öğlene kadardı ve ödentisi diğer okullardan düşüktü. Yargıç kızlarıyız. Okul ücreti önemli. Annem ve babam, benim de bir yabancı dil öğrenmemi çok isteseler de, ablam gibi beni de yalnızca Alman Lisesi'nin sınavına sokmaya karar vermiş. Tüm değerlerine ek, kardeşe %50 indirim. Annem yüreğini tutmuş kazanamazsam diye. Babamın kuşkusu yok. Emin kızının başaracağından. Üçüncülükle kazanmışım / kazandım giriş sınavını. Sınava girmem, başka bir "öykü". Nasıl olduysa olmuş, giriş sınavı kayıt süresini kaçırmış bizimkiler. Babam, veli kimliğine yargıç kimliğini katarak (Sanırım ilk ve son kez.) gitmiş okulumuza. Okul Müdürü'yle, Herr Anstock'la görüşmüş. Büyük kızının okulumuzda okuduğunu söylemiş, sürenin bir gün önce dolmasına karşın, küçük kızının sınava girme kaydının yapılmasını istemiş. Herr Anstock'un talimatıyla kaydım yapılmış. Babamın adliyeye geç gittiği tek gündür o gün.
Dil derslerinde başarılı, resim ve sporda kötü, müzikte iyi, diğer tüm derslerde orta şekerli.
Aman aman başarılı olmadıklarım dahil, tüm dersleri severdim ben. Düşündüm de şu anda, kimyadan hoşlanmazdım, çünkü anlamazdım. Bir de, resim derslerinde gerilirdim. Kötüydüm. Beceremezdim bir türlü.
Suzan Hanım. Çooook şey öğrendim Suzan Hanım'dan. Güzelliğine, konuşmasına, her şeyine hayrandım. Bir de Herr Mahler, Hazırlık'taki Almanca öğretmenim. Almanca bilgimin temelini atan, bana Almanca'yı sevdiren, bir yabancı dilin nasıl öğrenileceğini bana öğreten adamdır Herr Mahler.
Her yıl koroda ve folklordaydım. Carmina Burana'yı söyleyenlerdenim.
Hülya Omay, Netsi Kastoryano, İnci Aktürk. Diğer arkadaşlarımı anımsayamadım. Kusuruma bakmasınlar. Bir ara Mehmet Demirpençe ile sıra arkadaşı olduk mu, bilemedim.
Okumayı, öğrenmeyi, sorgulamayı seviyor, sürdürmek istiyordum. Sürdürdüm, sürdürmekteyim. Onun dışında hayallerim olmadı benim yapıp edeceklerime ilişkin. Garip, hatta bana bile garip geliyor, ama olmadı. Nedenini bilmiyorum.
Ülkenin ve okulun şartlarını şimdiyle nasıl kıyaslarsınız? Oooo, kitap yazılır bu sorunun yanıtı olarak. Hadi ben yazmayayım. Hem yerimiz, hem zamanımız dar.
9. sınıf sonrası, benim şubemi (9 B) dağıttılar. Dörder beşerli gruplar halinde bizi diğer şubelere verdiler. Ben, C'ye verilenlerden, C'yi B'leştirenlerdendim. O şubenin Almanca ve Sınıf Öğretmeni 7. sınıftan başlayarak Bay Brüggemann'mış. Pek çok, belki de tüm öğrencilerinin hayran olduğu o öğretmen, benim hayatımla, abartmıyorum, yalnızca okul hayatımla değil, hayatımla oynadı. Nedenini ne o gün biliyordum, ne bugün biliyorum. Bana hayatı zindan etti. Allah'tan, ailemin her tür desteğiyle uzun sürmedi bu zindan dönemi. Dedim ya, dillerde başarılıydım. 9. sınıfı bitirene dek Almanca'dan 7'den 8'den düşük not almayan ben, yazılı sınavlardan 4 / 4,5'dan 5 alır oldum. Brüggemann, tüm sözlülerde beni kahredecek boyutta üstüme gelir, kasten canımı acıtırdı. Sinerdim. Susardım. Bir yazılıdan 3 alıp, son sınavdan 5'ten düşük bir not alırsam bütünlemeye kalacağım kesinleşince, ben koptum. Okulu bırakmaya karar verdim. Herhangi bir dersten bütünlemeye kalmak elbette üzerdi beni, ama üstesinden gelebilirdim. Almanca, yıllardır öğretmenlerimden övgüler aldığım bir ders. Üstelik, 10. sınıfa dek 5 ayrı Almanca öğretmenim olmuştu. Hepsi mi yanılmıştı? Ailemin onayıyla birkaç gün okula gitmedim. Kararlıydım. Ayrılacaktım okuldan. Evcek herkesin keyfi kaçtı. Baktılar kendileri başa çıkamıyor, annem ve babam beni doktora götürdü. Ayrıntıları elbette anımsamıyorum, ama hiç hoşlanmamıştım doktora gitmekten. Yıllar sonra düşündüğümde, annemin ve babamın nasıl da doğru bir şey yaptığını gördüm. Elbirliğiyle, birkaç gün sonraki yazılı sınav günü okula gitmeye ikna ettiler beni. Almanca sınavlarında 10. sınıftan başlayarak, öğretmenin verdiği 3 konudan birini seçer, "Aufsatz" yazardık. 6 ders boyunca sürerdi sınav. Almanca'dan Almanca'ya sözlük kullanmak ve tuvalete gitmek serbestti. Herşeyi ablam Emel planladı. 2. dersin başlarında tuvalet izni istedim. Verildi. Emel kızlar tuvaletinde beni bekliyordu. Konuları yazdığım kağıdı Emel'e verdim. Derse girdim. Önümde boş bir kağıt. Bakınıyorum. Öğretmen yanıma geliyor. "Kağıdınız boş. Hâlâ karar vermediniz mi?" diyor. "Düşünüyorum." diyorum. Nasıl tepki vereceği umurumda değil. Okuldan ayrılmaya karar vermişim ben. Atsınlar. Umurumda değil. Dünya umurumda değil. Boş boş oturuyorum. 5. dersin başlarında kapı çalındı. Emel. "Herr Brüggemann, kardeşime Brockhaus. getirdim." diyerek ışıl ışıl girdi sınıfa. Öğretmen Brockhaus'u Emel'den aldı. Bana verdi. İçinde, Emel'in yazdığı "Aufsatz". Emel'in metnini sıranın içine koydum. Sözcüğü sözcüğüne önümdeki boş kâğıda aktardım. Enselenirim kaygısı sıfır. Okuldan ayrılmaya karar vermişim; hayat durmuş benim için. Bizim evimizde, benim o dönemim ve hastalık dışında "okula gitmemek" yoktu. Babamın onayıyla, sınav sonuçlarının belli olacağı, kağıtların dağıtılacağı gün de okula gitmedim. Bir Cumartesi'ydi. Babam ablamdan önce gelmişti eve. Emel getirdi sınav kağıdını. 4,5'tan 5. Annemin sevincini, Emel'in sevgi dolu yumuşacık gülüşünü çok iyi anımsarım. Sevinmek bir yana, öfkem, peşine hırsı da katarak, katmerlenmişti. Babam ve abimden de hiç sevinç izi yok belleğimde. Haksızlığa, adaletsizliğe tepkileri ağır basmış olmalı. Emel'in yazıp (Almancası iyi bir 12. sınıf öğrencisi), tüm derslerden 9'dan aşağı not almayan sınıf arkadaşı Ayşen'e ve Ursula'ya okuttuğu bir "Aufsatz"a 4,5'tan 5. Hilton'da 100. yıl balomuz. Şıkıdım şıkıdım giyinmişiz. Süslenmiş püslenmişiz. Okulu bitirene dek sevmeye sevmeye, istemeye istemeye öğrencisi olduğum Brüggemann "Benim sınıfıma geldiğinizde Almanca bilmiyordunuz. Yetenekliydiniz. Herşeyi benden, benim sınıfımda öğrendiniz." buyurdu! Hiç değilse o gün söyleyebildim, Hazırlık Öğretmenim Bay Mahler'den başlayarak, tüm öğretmenlerimden öğrendiğimi. "Sizden tek bir sözcük öğrenmedim." bile dedim. Abitur sınavlarına girmiş, sonuçlarını almamıştık henüz. Nazlı (Başak) kolumu çimdirip, "Sus. Bir de mezun etmezse seni." dedi durdu. Almanca'dan sanırım 8'le mezun oldum. Ömrümdeki ilk ve son kopya. Ama ne kopya!!!! Öğretmen kendi eliyle veriyor kopyayı öğrencisine!
Brüggemann'a diklenirdim. 100. Yıl Balosu'nu beklemezdim konuşmak için!!!
İktisat okudum. O yıllarda İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi idi. Sonradan Marmara Üniversitesi oldu. Üçüncülükle mezun oldum. Cumhurbaşkanı'ndan kupa aldım.
Çok şey. Yalnızca iş yaşamıma değil, tüm yaşamıma.
Yabana atılmaz düzeyde iki yabancı dil öğretmesi değil benim önceliğim. Alman Lisesi bana öğrenmeyi, öğrenmenin de öğrenilmesi gereken bir süreç olduğunu, sorgulamayı, muhakeme etmeyi, çözümlemeyi, soru sormayı, "Bilmiyorum." demeyi , neden sonuç ilişkisi içinde düşünmeyi öğretti. Yanılabilirim elbette, bildiğim, gördüğüm kadarıyla, pek çok okul sıraladığım değerlerin tümünü barındırmıyor bünyesinde.
Sorunun ilk bölümünü okumamış olayım. O yıllarda Abitur yapmamak yoktu. "Abitur"un bana nasıl bir katkısı olduğunu bilemem, "Abitur" yapmamışlığın nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum ki. Okumayı Almanya'da sürdürmek isteyenler için tüm üniversite kapıları açılıyordu, sınavsız. Benim öyle bir isteğim hiç olmamıştı. Malûm. "Abitur", "baba" derslerden yazılı ve sözlü birer sınav. Bence doğru ve güzel bir uygulama. Adı üstünde. Dersler "baba". O derslerde de başarılı olmak gerek.
Diğer mezunlarımız yanıtlasın bu sorunuzu . Ben yoruldum.
Yıllardır söyler gezerim. Dört duvar / çekirdek aile, okulsal eğitim; peşinden de bireyin dur durak demeden üst üste koyduğu taşlar.
Hadi bu sorunuzu da diğer mezunlarımız yanıtlasın. Dedim ya, ben yoruldum.
MEHMET DEMİRPENÇE SORUYOR
Alman Lisesi benim için: I) Araştırmaya, düşünmeye, çözümlemeye, sorgulamaya odaklı, sekiz yıllık bir eğitim ve öğretim süreci. Kimi okullarda ezberletilen Goethe'nin, Schiller'in doğum ve ölüm yılları unutulur. Amma ve lâkin, okul yıllarında edinilen bu yapı, bırakalım unutulmayı, bir bakarsınız, parçanız oluvermiş. II) Dikkatin ve yazım kurallarının öneminin ufacık yaşlarda beyne kazındığı sekiz yıllık bir eğitim ve öğretim süreci. 6. sınıfta Almanca sınavından 9,5'tan 9 aldıydım. Baktım kâğıdıma. Hiç yanlışım yok. Allah Allah! Meğer sınav kâğıdının tepesine kaçıncı sınav olduğunu yazarken "Nr"den sonraki kısaltma noktasını koymamışım. "Nr:2" demişim. "2"yi herhangi bir sayı olarak yazmadım. Bugünmüş gibi anımsarım. 2. sınavdı. Dikkatin ve yazım kurallarının önemi işte böyle nakşedilirdi beyinlere. 9,5'tan 10 verebilirdi, takdir hakkını neden eksiden yana kullandı öğretmenim diye kızdıydım o günlerde elbette de, yıllardır, sevgiyle, saygıyla, teşekkürle anarım Herr Bolz'u. Türk - Hoechst'teki bir çalışma arkadaşımın "Dikkat çekecek kadar dikkatlisiniz." gözlemi, o yılların ürünü olmalı. Çevrem, "Çok iyi ve dikkatli bir dinleyicisin." der durur. Sevinirim. Bu yönümü Alman Lisesi mi kazandırdı bana, ailem mi, hele hele, dinlemenin mesleğinin / yargıçlığın temel değerlerinden olduğunu özümsemiş babacım mı, bilemem. Sanırım, dikkatle dinlemenin doğruluğunu ve önemini idrak etmişliğimi de katarak, hepsi. III) Disiplinin ete kemiğe büründüğü / büründürüldüğü sekiz yıllık bir eğitim ve öğretim süreci. Sakın ola ki zordan / zorbalıktan söz ettiğim sanılmasın. Haşa. Aksine, disiplin, afaki değil, ayağı yere basan yararlarıyla, her alandaki tasarrufu mümkün kılıcılığıyla zerkedildi bize. IV) Birey, bireyin önemi ve değeri. Önyargılardan olabildiğince arındırılmışlık. Türk'müş Alman'mış, şu kökendenmiş, bu kökendenmiş, yoksulmuş varsılmış, anası babası kimmişe hiç bakılmaksızın, irdelenmesi / değerlendirilmesi gerekenin, birey, bireyin yapısı, tutumu, davranışları olduğu. Bu dört başlık, tüm yaşamımda (Özel yaşamımla iş yaşamımı birbirinden ayıramam ben.) belirleyici, hatta belki de egemen oldu, olmakta. Okulumuzun yabana atılmaz anadil, yabancı dil ve matematik öğretimini anmalıyım bir de. Anmazsam Allah çarpar.
Mehmet'cim, baktım da, Derneğimiz'in "Alman Lisesi'ne giriş hikâyeniz" sorusuna yanıtımda senin bu sorunu da yanıtlamışım.
Eveeeet! Hiç tereddütsüz evet.
Koro, folklor, tiyatro, pantomim, voleybol ilk ağızda aklıma gelenler. Katılabilme sınıfından mezun oluncaya dek koro ve folklordaydım ben. Yanılmıyorsam, koroya 7. sınıfta, folklora 9. sınıfta başlanırdı. Birer sınıf önce de olabilir. Anması, anımsaması bile güzel. Malum, 100. yıl mezunlarıyız biz. Yani, okulumuzun meşhur "Carmina Burana" yılı.
Ama tedrisat, ama sosyal etkinlikler, hiçbir şeyi değiştirmezdim. Hepsi mükemmeldi. Tek isteğim, tek dileğim, Herr Brüggemann'ı ışınlamak olurdu.