DER, DIE, DAS

s

28 EYLÜL 1958, İSTANBUL

Alman Lisesi öğrenim yıllarınız:

 1969 - 1977

Alman Lisesi sonrası eğitiminiz:

Boğaziçi Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi - İstanbul Üniversitesi İşletme İktisadı Enstitüsü 

- Koç Üniversitesi Finans mBA

Mesleğiniz:

İşletmeci Üst Düzey Yönetici

Halen çalıştığınız yer / Bulunduğunuz pozisyon:

Leröy Turkey Su Ürünleri A.Ş. Genel Müdür, YK Üyesi

Meslek dışı çalışmalarınız:

İstanbul İhracatçı Birlikleri Su Ürünleri İhracatçı Birliği YK Üyesi. Son 2 yıl hariç aktif katılımlı Sürdürülebilirlik Akademisi Üyesiyim, Gıda, İhracat ve Balıkçılık ile ilgili tüm özel sektör ve devlet işbirliğindeki STÖ'nde, bu çalışmalara çoğunlukla davet edilirim, muhakkak yer alırım.

Eserleriniz:

Lisansüstü tez çalışmam dışında yurtdışı ve içinde STÖ'lerde birçok sunumlarım var. Master tezim ise o tarihte çalışmış olduğum şirketimin gelecek stratejisi idi.

 

Eşinizin adı:

Güler Güvenç

Eşinizin mesleği:

İletişim

Çocuklarınızın isimleri:

Selin

İrtibat adresiniz:

İşyeri Adresim - Atatürk Mahallesi Girne Caddesi No.33 34758 Ataşehir İstanbul  e-posta: guvenc.umit@gmail.com

GÜVENÇ, ÜMİT Cevaplıyor


Alman Lisesi'ne giriş hikâyeniz nedir?
O tarihlerde genellikle bizimki gibi ailelerin ilkokuldan sonra başvurduğu orta ve lise öğretim sınavlarına ayrı ayrı okul bazında girerek Alman Lisesi ve birkaç başka okulu kazandıktan sonra ailemle birlikte özel olarak Alman Lisesi'ni seçimim sonucu bu muhteşem okulda okuma şansını kazandım.
Alman Lisesi'nde nasıl bir öğrenciydiniz?
Vasat bir öğrenciydim. Sosyal dersler daha çok çekici geliyordu. Matematiksiz olmaz diyebiliyordum, diğer bazı fen derslerine çok ısınamamıştım.
Alman Lisesi'nde en sevdiğiniz ve en sevmediğiniz dersler nelerdi?
Alman Lisesi'nin o zamanki Alman öğretmen kadrosu çok liberal, demokratik, Türk öğretmenlerimiz ise genelde çok seçme, işini iyi bilen eğitimciler ve insani yönleri çok gelişmiş kişilerdi. En sevdiğim dersler ise genelde sosyal ve edebiyat ağırlıklıydı. Bu grup Alman ve harika Türk hocalarımız bize o zamanlar da ülkemizde demokrasiyi anlatıp, yaşam felsefesi olarak hazmettiriyorlardı. En sevmediğim ders ise Milli Güvenlik dersiydi.
Unutamadığınız öğretmen kimdir?
Herr Baalman, bence çok karizmatik bir hocaydı.
Alman Lisesi'nde ders dışı faaliyetleriniz nelerdi?
Bir grup arkadaşımla okuldan eve dönüş yollarındaki maceralarımız, en başta gelen uğraşımızdı. Örneğin her gün okul dönüşü kullandığımız Karaköy Kadıköy vapurunda arkadaşımın içtiği çayın bardağını denize atıp, sonra gelen çaycının ''abi burada bir çay vermiş miydim ?" ortamında kafa bulmaya kadar varan 'kontrollü' delikanlı fırlamalıklarımız vardı. Yaz aylarında ve sömestr tatillerinde gece otel resepsiyon görevlisi olarak çalışıp, Avrupa'ya giden otobüslerde rehber/'Reiseleiterlik' yaptığımdan, o yıllar için tüm tatillerde haftada bir Avrupa'ya gidebilme ayrıcalığı yaşıyordum. Yine aile işlerimizde ilk gıda ihracat denemeleri yaptım. Turizm Bakanlığı dahil pek çok farklı alanda gönüllü çalışmalar yaptım. Okul dışı zamanlarını hiç ama hiç boş geçirmedim. İyi ki de öyle yapmışım, iş hayatına uyum sağlamam o anlamda çok kolay oldu.
Sıra arkadaşınız kimdi?
Sevgili arkadaşım Sabri Saraçoğlu
Alman Lisesi'nde okurken geleceğe dönük idealleriniz, planlarınız, hayalleriniz nelerdi?
Nedense o yıllarda daha çok mühendis olmak istiyordum. Sanırım bir moda, bir akımın parçası olarak böyle düşünüyordum. Yıllar içinde kendimin, becerilerimin sosyal bilimlere dayalı işlere çok daha uygun olduğunu gördüm. Sosyal ilişkilerim daha kuvvetli olduğundan, iş hayatında, insan ilişkilerinin ön planda olduğu dış ticaret, pazarlama, iş geliştirme alanlarında bir kariyer yolculuğuna yöneldim. Kariyerimin başlangıcı olan 1980'lerde, Turgut Özal'ın başlattığı Türkiye'nin kapalı kapılardan 1980'lerdeki yılda 2 Milyar Dolar ihracat seviyelerinden başlayıp dışa açılması projesiyle, elinde çanta ile dünyayı Kuzey Afrika, Arap Ülkelerinden Avrupa, Amerika, Uzakdoğu'ya dolaşan bir ihracat askeri haline geldim. Alman Lisesi bizi çok idealist ve mükemmeliyetçi yetiştirdi, o nedenle askerlik burada kelime anlamıyla da cuk oturan bir deyim. Muhataplarımızdan özellikle birlikte çok çalıştığım Japon, Çinli meslekdaşlarımız yıllarca ve gerektiğinde uzun süreler ailelerinden dahi uzakta benzer çalışmaları yapıyorlardı, hala da yapıyorlar. Öte yandan bu faaliyetler içinde hiçbir zaman elitizm kalıplarına kendini bir şekilde üstün görme ortamına girmedim, bu tür yönelimleri abartmadım, beraber olduklarıma da abarttırmadım. Örneğin Libya'da binlerce buzdolabı satarken alıcı devlet şirketinin Chairman'ine özel çabalarla bekleme odasında bekleyen ABD, Alman ve İtalyan rakiplerimin kıskanç bakışları altında bir tek ve en önce ben kolaylıkla ulaşmayı becerirken dahi kimseye yukardan bakmadım, zira herkesten bir şeyler öğrenmeye çalıştım, halk adamı tarafım hep ağır bastı, üstelik bu özelliğim hayatımı çok kolaylaştırdı, ve hep halk adamı olarak kaldım.
Sizin öğrencilik yıllarınızda dönemin koşulları nasıldı? Ülkenin ve okulun şartlarını şimdiyle nasıl kıyaslarsınız?
Ailelerimizin fedakarlıkları ve kendi gayretimizle bu okullarda okuyarak bir kadife çemberin içinde sürekli sistemi eleştiriyorduk. 60 kuşağının tipik özellikleri de bizi şekillendiriyordu tabii. İsyankar, soruşturan, sorgulayan, şefkatli, merhametle sosyal demokrat tarzda yoğrulduktan sonra, ilerleyen yıllarda korkunç materyalist bir ortamla karşılaşınca bayağı şok geçirdim. Şimdi insanlar doğrudan menfaatle ve ondan bahisle herhangi bir ilişkiye hazırlık süresine dahi ihtiyaç duymadan rahatlıkla girebiliyorlar.
Alman Lisesi'ndeki öğrencilik yıllarınıza dair unutamadığınız, yıllar geçse de hatırlayıp, yâd ettiğiniz (olay, anı, kişi vb.) neler var?
Başta babam ve annem, benim ve kardeşimin özel okullarda okuyabilmemiz için büyük fedakarlık ve gayret gösterdiler. Kelimenin tam anlamıyla bu konuda idolüm olan babacığım geceleri de çalışırdı. Anneciğim bütün öğretmen görüşme günlerine katılır sürekli geri bildirim alırdı. Bütün hepsini saygı ve minnetle andığım hocalarımdan Adnan Tolun hocamızdan edebiyat dersinde yaptığım bir terbiyesizlik için yediğim tokat unutulmazdı. Müzik hocamız klasik müzik dinletirken arkadaşımla konuşmama kızıp attığı tokat hala aklımdadır. Hazırlık sınıfı öğretmenimiz Frau Wossidlo'nun yine o yıllardaki kolera salgını nedeniyle sürekli olarak 'Haende waschen Kinder' diyerek o harika uyarıları, hatta dersi bölüp lavaboya el yıkamaya götürmesi bugünkü pandemi günlerinde hiç aklımdan çıkmıyor. Bir de Her Baalman'ın sınavlarında hiç unutamadığım lafı 'eine grosse Tasche zwischen zwei Schüler' diye ensemizde hafiye gibi gezmesi gerçekten unutulur gibi değil. Tarabya'da Alman Konsolosluğu bahçesinde yapılan 'Sportfest'ler Alman Lisesi anılarımın en başta gelenleri. Hem mekan, hem içerik açısından ben bunları unutamıyorum, ve hastalık sonrası normal koşulların oluşması halinde mümkünce tekrarında çok fayda görüyorum.
Şu an sahip olduğunuz hayat tecrübesi ile o günlere, öğrencilik yıllarına dönmek mümkün olsa, neyi farklı yapardınız?
Çok daha sosyal olur, çok daha fazla arkadaşlık peşinde koşardım. Mevcut durumla hiç yetinmezdim, mevcut bile yeterli kalmazdı. İnsani ilişkimin yeterli olduğunu düşünmekle birlikte bunu çok daha fazla zorlardım. Her şey aslında insan ilişkileri ile başlıyor ve gelişiyor. Kuzey Afrika'da çölde veya Avrupa'da Amerika'da bir şirkete ürün pazarlarken ya da ekibinizden bir çalışana bir fikri anlatırken, benimsemesini hedeflemek, yurt dışındaki patronunuza ekip arkadaşlarınıza bir yatırım kararı aldırmak, empoze etmekte de kilit hep insan ilişkilerine dayanıyor. Bu ilişkileri iyi inşa edebilmek, güven sağlayabilmek başarının temel koşulları arasında oluyor. İnsan sarrafı olmak dahi yetmiyor, zira hep daha ilerisi var, her gün yeni bir şeyler öğreniliyor. Zor insanlar, buna tam uyan İngilizce deyimle 'challenging' kişilikler hep özel hedefim oldu, o anlamda da bayağı iyi şeyler becerdim, tabii hep daha iyisi mevcut. Sıkılmadan, usanmadan insan ilişkilerinde hedefi yükseltmek gerektiğine inanıyorum.
Alman Lisesi'nde sonra öğreniminize nasıl devam ettiniz?
Daha sonra o günlerin eğitim ritüeli nedeniyle sanırım, en iyi üniversitelerden olan Boğaziçi Üniversitesi'ne girdim, o hayalimi de gerçekleştirdim. Bu arada eski yıllarda birkaç yıl üst üste üniversite sınavına katılabiliyorduk, malum; komik olan ise tekrar girdiğim üniversite sınavında yine Boğaziçi Fizik bölümünü kazanmamdı. Ben Boğaziçi Üniversitesi İdari Bilimler'de okumaya başladıktan sonra yine mühendislik/teknik bazlı bir eğitim hayalim devam ettiğinden olsa gerek tekrar sınava girip bu sefer Fizik Bölümünü kazanmıştım, ama hiç gitmedim, kaydolmadım dahi, çünkü tamamen tesadüf, ve formasyonuma aykırıydı. Boğaziçi İdari Bilimler, İşletme bölümünden mezun olup askerlik hizmetime başladım ve hemen sonra da iş hayatına girdim. Bu ana daldaki eğitimler dışında sonraki yıllar her 5 yılda içerde veya dışarda nerede olursa olsun kendimi geliştireceğim bir programı her zaman buldum ve katıldım: İşletme İktisadı Enstitüsü Gece Turizm Bölümü, sonra sayısız ticari iş, eğitim, arasında o günlerde çalıştığım şirketimin ve yöneticilerimin bana Koç Üniversite'sinde yeni başlamış olan Executive MbA master eğitimi imkanı tanımış olması, ayrıca yıllarca bıkmadan usanmadan sürdürdüğüm yurtdışı, yurt içi STÖ çalışması, ki bunlar bence kendimi güncellemek için harika fırsatlardı. En sonunda bugünlerde Norveç'teki şirketimin online eğitimine pandemi süresince katıldım, 2021 Kasım ayında onun diplomasını da Bergen'de patronlarımdan büyük keyifle aldım. İlginç olan ise bu eğitim artık sondur diyemiyorum. Yani yeni eğitimler almaya, yeni şeyler öğrenmeye her zaman iştahlıyım. Yine bir şeyler bulurum mutlaka. Ortalama 5 yılda bir işimizle dengeli olarak kendimizi yenilemek, en doğru kelimesiyle 'update' etmemiz gerekiyor, yoksa profesyonel hayat/kariyer bizlere istediğimizi vermeyebilir.
Alman Liseli oluşunuzun size ve kariyerinize neler kattığını düşünüyorsunuz?
Öncelikle Almanca ve İngilizce olarak 2 yabancı dil öğrendim, bu dil konusu bir zamanın en ayrıcalıklı eğitim hedeflerinden biri idi. Bunun dışında liberal, sosyal, insana değer veren, eşitlikçi görüş ve uygulamalara yatkınlığımın ana sebebi Alman Lisesi eğitimimdir düşüncesindeyim. Tabii ezildik, tokatlar da yedik, yine aynı zamanda çok rahat davranan hocalarımız da vardı, ama bunun tamamının, 8 yıllık o eğitimin hızlandırılmış bir paket gibi gelişimime rekor derecede katkısı ve belki de çok daha fazla etkisi oldu. Kabuğumuzu çatlatıp, yurtdışına adım atmaya ve dünyayı tanımaya da Alman Lisesi ve orada aldığım formasyonla daha kolay erişim sağladım, en azından bu yöndeki istek ve arzularım bu sayede çok daha iyi yönde şekillendi. Sanırım böylece yurt dışında okumaya ve orada bir yerlerde uzun sürelerle yaşamaya gerek kalmadan bir dünya vatandaşı olabildim.
Alman Lisesi'ni Alman Lisesi yapan olgular nedir? Okulumuzu diğerlerinden ayıran özellikleri nasıl tanımlarsınız?
Bir kez harika öğretmen kadrosu, Alman presizyonu/kesinciliği, mükemmeliyetçiliği, elitizmi ile birlikte yoğrulmuş olsak dahi aynı zamanda tabana yönelimlerin sağlanması, bu olgunun eğitim tarafındaki gelişmişliği bana çok hitap eden noktalardır. Öğrencilerin ve Türk hocalarımızın seçilme prosedürleri, isteğinize göre sanata, sosyal veya fen bilimlerine yatkın tipler yetiştirmesi çok değerli özelliklerdir düşüncesindeyim. Genellikle mezunların uluslararası eğitime uygun standartta ve formasyonda olmaları da ayrıca çok önemli bir özelliktir. O zamanlar sosyal ağırlıklı eğitim formasyonuna dönük işler çok yaygın değilken, genellikle mühendis doktor gibi meslekler öne çıkarken ben bir fen lisesi olan Alman Lisesi'nin sosyal eğitim formasyonu da olması, ve bunun varlığı ile o yönde bir meslek yaşamına yönelebildim, bu bence önemli.
Abitur yaptınız mı? Bunun size nasıl bir katkısı oldu? Bu sistemi nasıl değerlendirirsiniz ?
Abitur yapmadım. Fen eğitimi veren bir okulda daha çok sosyal içeriğe yönelik olduğumdan bu zorluğa katlanamadım. Bunu yapan bir çok arkadaşım üniversite eğitimlerini Almanya'da tamamlayabildiler. Ben o yönde eğitime kapıyı kabiliyetlerimden de doğan bazı nedenlerle kapattım, ancak iş hayatım Almanya dahil çok geniş uluslararası bir kapsama alanı içinde geçti. Almanyada Üniversite öğrenimi yapmamış olsam da, iş hayatımdaki Almanya dahil globalde çok geniş coğrafi alanda faaliyet göstererek, bu açığı kapatmış oldum sanıyorum.
Alman Liselilik ruhu hakkında neler söylersiniz? Var olduğunu düşünüyorsanız, ifadesi nedir? Sizce geçmiş ve bugün arasında farklılıklar gösteriyor mu? Bu ruhun yansıttığı belirgin değerler olduğunu düşünüyor musunuz? Yoksa nasıl oluşturulabilir, ya da oluşturulabilir mi?
Bir Alman Lisesi ruhu var mı derseniz, var ya da yok diyemeyeceğim, belki derinden de olsa bu eğitimle yetişimimizde var. En azından bizim dönemimizde, ki ben 1969'da okula girerken tanıştığım 10 kişi kadar sınıf arkadaşlarımızla bugün de neredeyse ayda bir buluşmaya devam edebiliyorum. Bundan çok memnunum ve ben bunu yapabiliyorsam, yani 50 küsur yıllık arkadaşlığımızı somutta da sürdürebiliyorsam, bu okul birlikteliğinde kuşkusuz çok olumlu bir sonuç. Bu tür sürdürülebilir arkadaşlık maalesef başka okul gruplarımda hiç Alman Lisesi grubumdaki kadar sürekli ve aynı samimiyette olmadı. Öte yandan yeni dönemlerden mezunlarla çok ilişkimiz olmuyor, bu anlamda zayıfız, ki tersi tercih edilir. Bizim daha çok gence mentorluk yapabilmemiz, hem bizlere, yani eskilere ortamın içinde süreklilik ve devingenlik, hem de gençlere yaşanmışlıklardan kendilerine faydalı ders ve sonuçlar çıkarabilmelerini sağlar düşüncesindeyim. Bu anlamda da Mezunlar Derneğine çok iş düşüyor. İletişim ve mezunlar başta insan ilişkilerimizin gelişmesi gerekiyor.
Edindiğiniz kariyerde ve halen bulunduğunuz pozisyona gelmenizde eğitimin yanı sıra, hangi etkenlerin yolunuzu açtığını düşünüyorsunuz?
Aktiviteden kaçınmamak, olayların üzerine erkence varmak, açık fikirlilik, olabildiğince şeffaflık, her anlamda işbirliklerini zorlamak bende kişiliğimde oluşan instict, yani tabi özellikler bütünü gibi, ve eğitimlerim, çalıştığım tüm kurumlar, girdiğim tüm çevrelerin bunda büyük rolü var. İnsan ilişkilerini kolayca başlatmak ve geliştirmek bu anlamda korkunç katkı sağlıyor. Anneme arkadaşları 'oğlun ne yapıyor' deyince, 'oğlum balıkçı' diyor, inanamıyor, gülüşüyorlarmış. Tabii bizim balıkçılığımız elimize her an balık değen ortamdan öte, Norveç'te yapılan çok gelişmiş balık çiftçiliğinin ve avcılığının ürünlerini burada pazarlamak, iş ve ürün geliştirmek. Oldukça sığ olduğuna üzülerek tanık olduğum Türk balık sektörüne kurumsal bir soluk katmaya uğraşıyoruz. Ülkemizden çok iyi seviyelerde olan balık ihracatını şirketimin global networkünden başlayarak arttırmak hedeflerimizin başında yer alıyor. Beynimizi ülkemizdeki çok düşük olan balık tüketimini arttıracak faaliyetlere yormak, yurtdışındaki merkezimize 'bakın burası da bir balıkçılık ülkesi, hadi bakalım burada yatırım için pamuk eller cebe' diyebilecek bir balıkçılık bizimkisi. Alman Lisesi'nden de bu şekil balıkçı çıkması normal değil mi ?
Bugün Alman Lisesi'nde öğrenim gören ya da ileride görecek olan gençlere tavsiye ve önerileriniz neler olur? Onlara hangi sektörleri hedef alan eğitimleri tavsiye edersiniz?
Her doğan çocuk, her genç için en büyük dileğim, kendine, insanlığa, ve tabii milletine hayırlı bir evlat olması. Bu çok klasik, ama birlikte mutlu yaşamın da kaçınılmaz bir gereği. Toplum ve eğitim insanı şekillendiriyor, başta da bireyin ailesi bunu yapıyor. Kızım küçükken bir mağazaya gittiğimizde nedense hep ona kasanın arkasını yani işsahipliğini gösterirdim 'kasanın arkasında ol kızım' derdim. Yıllarca sonra kızım o kasanın arkasına geçti, ama profesyonel global bir kariyerle de olsa geçti, ödeme sistemleri ile ilgili bir kariyeri var. Herhalde derinden derinden de olsa benim öngörüm bu işte rol oynadı. Bize lazım olan bu tür aileler, bu gençler, onlara da lazım olan öncelikle iletişim. Yurt dışı ile iletişim, faydalı görülen her yurtiçi/yurtdışı oluşuma katılmak, STÖ, grup faaliyeti içinde olmak. Herkesin yaptığını değil, kendi istek ve arzularına uyan faaliyetlerde bulunmak. Hep daha fazla ve daha iyisini istemek, burada kendimizle toplumun çıkarlarını dengeleyebilmek, dürüst ve şeffaf olmak, çalışmak, durmadan ve belirli bir hedef doğrultusunda çabalamak. Sektör olarak, şu sektöre bakın diyemem, kendim taze ve işlenmiş gıda ürünlerinde 1,5 Milyar dolara ulaşan iş hacmine kadar gelip kariyerimi güncelde balıkçılıkta sürdürdüğümden, ve bunu kendi iş yaşamımın olağan bir sonucu gibi yaşadığımdan, insanların bu anlamda en çok ihtiyaç duyacağı sektörleri seçmek öngörüye olduğu kadar, biraz da şansa, ve kısmen de gelişime bağlı olsa gerek diyebiliyorum. İşi İK olanlar ve medya her zaman güncel rağbet gören, geleceğin sektörlerini pompalıyor, ama belki biraz da beyin kıvrımlarını ters çalıştırıp, değişime en açık olan sektörleri bulmak gerekiyor. Belki daha da güzeli değişimi bizzat oluşturmak. Burada nitelikleri kabaca tanımlanan bu bireyimiz tarafından bulunacak artık, benim diyeceğim 'her şeyin taklitlerinden sakınmak gerek'. Kariyere başladığımızda hayal dahi edemezdik, şimdi ise start up larla kendini ifade etmek, aklımızın kestiğini, yapmak istediğimiz bir ticari faaliyeti bütün dünyaya empoze etmek o kadar kolay ki, bütün gençlere o anlamda hodri meydan demek gerekiyor. Bunlar değişimin ve değişimi yönetmenin en güzel örnekleri; mesela Martı diye bir şey var, birkaç yıldır, sürekli çıkışta, scooter kiraya veriyor, sanırım 3 yılda sıfırdan bugünkü hallerine geldiler, çok takdir ediyorum, ki bu sadece ve şu anda karşılaştığım en çarpıcı örnek, daha neler var neler ? Bana ne iş önerileriyle ne gençler geliyor, içlerinde hydroponic/topraksız tarıma kadar projeleri olanlar var, elimden gelen yönlendirme ve manevi desteği hiç esirgemiyorum, müthiş keyif verici bir ortam onlarla iletişim, ve başarılarını gururla takip etmek. İş gerçekten çok. Yeter ki uyanık olalım, insanlara hayatı kolaylaştırmak için bir şeyler verelim ve mümkün olduğunca çok beşeri ilişkiye yönelik yaşayalım, networking de size çok ama çok özel imkanlar sağlayacaktır, sağlam projelere ulaştıracaktır.

GÖKHAN ÖZER SORUYOR

Alman Lisesi'ne girmene kim karar verdi, senin bu yolculuğa karar açısından bir dahlin oldu mu ? Malum o zamanlar bütün yabancı okulların sınavına tek tek giriliyordu.
Açıkçası o zamanlarda aileler eğitim kararında son sözü söyleyebiliyorlardı. Aynı zamanda benzer kültürlerden gelen aileler çocuklarının eğitimini belirliyordu. Ebeveynler karşılaştıkları ortamlarda özel/devlet okulu eğitimi tercih edenlerin tavsiyelerine göre de özel okulların sınavlarına çocuklarını yönlendiriyordu. Ben de bu bileşenlerin sonucu kendimi Alman Lisesi, Avusturya Lisesi, İstanbul Erkek lisesi gibi tercihleri önümde buldum. Bana sorduklarında o yaştaki gelişimim bana 'Alman Lisesi'ni' tercih etmemi söyletti. Üsküdar' lıyım ve o sınava gitmek için Salacak İskelesi'nden kalkan vapuru kaçırmak üzereyken, kaptanın bizi ve geciktiğimizi görüp, iskeleye geri dönmesinin de bunda en büyük bir payı var elbette. Evet, o zaman böyleydi, bu jesti hiç unutmam, o kaptanı hep hayırla yad ederim. Yolu burada, orada neredeyse hep açık olsun, ruhu şad olsun derim.
Alman Lisesi kendine münhasır, her sene yeni zorluklarla karşılaştığımız bir okul oldu. Yılgınlığa kapıldığın, yok artık bu kadar da olmaz dediğin bir anını bizimle paylaşır mısın ?
O zamanlar öğrencisini Abitur'a hazırlamak gibi bir misyonu da vardı. Bu durum, kendi kızımın eğitimi sırasında vakıf olduğum oldukça yararlı (üniversiteyi 3 yılda bitirmesini sağlayan) bir seçenek olan IB (International Bakaloryanın Almanya'cası) aslında harika bir yönelim. Yani üniversite için sadece ülkemize veya bazı başka ülkelerin eğitimi değil, doğrudan Alman Eğitimine girişe bilet veren bir sistem. Alman Lisesi'nin Fen ağırlıklı eğitimi bana açıkçası oldukça zor geldi, sosyal yönümün kuvvetini bu tür derslere eğilimimi hep idrak etmişimdir, zaten kariyerimde de bunun sonuçlarını hep gördüm. Bu anlamda özellikle fen derslerinde bazen kusacak gibi olduğumu hatırlıyorum. Bütün hocalarımı saygıyla anarım, ancak fen dersleri ve hocaları beni hep zorlamıştır. Mesela bir sene Matematikten borçlu geçtim, aslında şimdi buna açıkçası şaşırıyorum, ancak o zamanki gerçek durum buydu. Öte yandan Alman Lisesi'nde hatırı sayılır bir sosyal içerik te mevcuttu, ki bunu da es geçemem. Yine, her yerde olur çok ender de olsa bazı Türk Hocalarımızın şanslarını zorlarcasına hayatı zorlaştırmaya çalışmalarını hatırlıyorum. Allah Rahmet eylesin Mehpare Taşduman hocamız bir gün hepimize veya sınıfın çoğunluğuna bir sınavdan SIFIR vermiş, ve bunu veli görüşme gününde kendisine bizlerin durumunu sormaya gelen velilerimize de görüşmede eliyle havaya kocaman bir sıfır çizerek hepsine ortak ifadeyle 'bunlar buna, SIFIRA layık' kıvamında bir şeyler söylemişti. Dibi gördüğüm o anı gerçekten zor taşıdığımı hatırlıyorum, ve zor hocalar, zor insanlar benim için nasıl daha kolay çözülür olur o günden sonra bur diğer yönelimim oldu.

SABRİ SARAÇOĞLU SORUYOR

En güzel ve eğlenceli anıları hayatının hangi döneminde biriktirdin ?Lise döneminde mi, Üniversite döneminde mi, çalışma hayatın da mı? Neden?
Hayatın her aşamasında iyi ve kötü anlar var, en güzel ve eğlenceli anıları ise özellikle genç yaşlarda ve kariyer başlangıçlarında, iş değişikliklerinde, kısacası aile, iş ve diğer arkadaş grupları gibi sevdiğiniz, güven duyduğunuz insanlarla beraber olduğunuzda, gerek yaşam heyecanını, gerek iyi anları daha yoğun hissedebiliyorsunuz. Ben bu tür anılarımın en iyilerini, unutamadıklarımı hep lise döneminde biriktirdim. Bu anıların zirve durumu bende bir de sivil toplum, işle birlikte sürdürdüğüm tahsil hayatı, kalabalık ortamlarda da oluyor. Daha genç yıllarda iş hayatımın yanı sıra ortalama 5 yılda bir kapsamlı bir yeni eğitime katıldım. İşletme İktisadı, Emba, şirket içi global eğitimler, ve kariyerimde sürekli olarak ta Sivil Toplum çalışmalarımı hiç ihmal etmedim. Hatta gece okulu, ya da uluslararası yolculuk ve sürekli bir hazırlık ihtiyacı vs gibi bunları teknik olarak çok zor olsa dahi o an yaptığım işimle birlikte çok iyi bir şekilde dengeledim. Bütün bunları çok özel bir çabayla sürdürdüm diyebilirim. Başta ülkemizde olmak üzere, Japonya'dan, Avrupa'ya, Amerika'ya global sivil toplumla ve konferans, toplantı, sunumlarda hep beraber oldum. Zaman oldu Ticaret Bakanının işi çıkıp katılamayınca, benden Japonya'da sunum yapma ricası olan bir ortama kadar vardı bu uğraşılarım. Hepsinde de şirketimi, ülkemi, bulunduğum iş çevresini ve tabii kendimi geliştirmek için birer fırsat olarak gördüm. Tabii sektörel/global ne derseniz deyin bu ortamlardaki etkileşim kişiliğinize profesyonel/özel yine ne derseniz deyin her anlamda en fazla katkıyı sağlayan ortamlar. Sonuç olarak gerek hiç unutamadığım Alman Lisesi yıllarım ve gerekse de kariyerim, bana hayatımın en güzel anılarını sundu. Bunlar tabii sadece anı olarak değil, yaşam tecrübesi olarak beni hep ileri götürdü. Başta Alman Lisesi'nde okuduğuma ve bu deneyimleri yaşamış olduğuma gerçekten şükrediyorum. Ülkemizde kendi konumuzda girmediğim kariyer kapısı, şirket grubu kalmadı diyebilirim. Bütün bunlardan sonra ise şu anda Kuzey ülkelerinden bir demet insanla aynı yönetimde çalışıyorum. Hayat yine zor, biz zorluklar için buradayız. Ancak adamların işe yönelimleri, insanla neredeyse hiç uğraşmamaları, her olayı pozitif yönden çözümlemeye çalışmaları, etik değerleri öyle ki, çalışanlarımıza vazedilen 'İhbar Hatlarına' kadar ileri götürülen etik kuralları, bende neredeyse 'şimdiye kadar neredeydiniz ?' demeye varan pozitif şaşkınlığa yol açıyor. Bu da benim kariyerimdeki güncel tatlı anılarımdan diyebilirim.
Lise arkadaşlarınla zaman içinde gelişen ortak özellikleriniz nelerdi?
Lise yıllarımız ülkemizin daha kapalı, diğer bir deyişle dünyaya çok açık olmadığı, daha sonraları açılmaya başladığı bir dönemiydi. Arkadaşlıklar çok daha yoğun ve öğreticiydi. Bizim lisemizde öğrenci ilişkileri ise bundan da öte daha da arkadaşça idi. Bu, açık ifade edeyim, ilkokuldan sonra bir anlamda da bir şok yaşatıyordu bana. Doğrusu Alman disiplini ve eğitimdeki liberallik bir araya gelince güzel ve bazen de şok edici sonuçlar ortaya çıkarabiliyordu. Öte yandan başta Alman öğretmenler, tüm eğitim kadrosu bizim vizyonumuzu açmak için neredeyse ellerinden geleni de artlarına koymadılar. Ülkenin daha kapalı bir ortamında bu şekilde yetişebilmek gerçek bir lütuftu. O anlamda daha sonraki yıllarda gerek üniversite gerek kariyerde daha liberal ortamlara vasıl olduğumuzda, çok daha rahat hissederek, ve bilhassa da benim arkadaşlarımın genelde iş yaşamında kendi işlerini yaptıklarını müşahede ettim. Ben belki içlerinde ender profesyonel çalışan biriydim, hala da öyleyim.

ALİ NAFİZ EKİN SORUYOR

Alman Lisesinin, hayat standartlarını belirlemede en belirgin katkısı hangi konuda oldu ve neden?
Hayat standardı derken orta halli bir ailenin çocuğu olarak starta geçtiğimi, ailemin gayretleri ile bu eğitimleri alarak kendimi geliştirebildiğimi bir kenara koymalıyım sanırım. Ondan sonrası çoğunlukla kendi girişimim, ailemin fedakarlıklarını ve yüzünü kara çıkarmayışım, bulunduğum ortama genellikle pozitif enerji yaymak dersem, hayat standardı yerine bu gelişimi öne çıkarmak daha uygun olabilir bence. Eğitimdeki standart, ki bunu Alman Lisesi için başta disiplin, kısmen otorite, ve tabii çalışmaya özendiren bir sistem olarak tanımlarsak, günümüzde eğitimin genelinde bu bileşenlerin bu kadar mükemmel bir araya geldiğine dair şüphelerim var. En azından iki dil öğrenmiş olmak bile kariyerde yaşam yolculuğunda hayat standardının daha iyi olduğu noktalardan başlamaya bir ön hazırlık. Umarım tüm gençler böyle süreçlerden geçsin ve kendi ayakları üzerindeki hayata öyle katılabilsinler.
Alman Lisesi arkadaşlıkların ileriki yaşamında ne kadar sürdürülebilir oldu? Okul yıllarındaki samimiyetle görüşmeye devam ettiğin kaç lise arkadaşın var ?
Tüm lise arkadaşlarımla ilişkilerim hep devam etti. Bütün arkadaşlarımı gerçekten çok takdir ediyorum. Enderdir 1969 - 1977 yıllarında Alman Lisesi'nde okuduğum 10 kadar arkadaşımla hala ayda bir kez bir araya gelebiliyoruz ve hatta bunu özlüyoruz. Şu anda da arkadaşlarımın hepsinin toplum içerisinde en üst düzeyde bilinçli insanlar olduğunu, o ayda bir toplandığımız 10 kişilik grupta dahi ülkenin en büyük tecrübe birikimin bir araya geldiğini hissedebiliyorum.