GÜRLEK, OKTAY
DER, DIE, DAS
Alman Lisesi öğrenim yıllarınız:
1975-1983
Alman Lisesi sonrası eğitiminiz:
Boğaziçi Üniversitesi - İnşaat Mühendisliği
Mesleğiniz:
İnşaat Yüksek Mühendisi
Halen çalıştığınız yer / Bulunduğunuz pozisyon:
UTTAŞ A.Ş. - YK Başkanı
Meslek dışı çalışmalarınız (Varsa dernek, vakıf, sosyal sorumluluk projesi, vb.):
"Orhan Gürlek Rehabilitasyon Merkezi"
"Huzurevi ve Yaşlılar Derneği" - Kurucu Başkanı, yaşlı ve yetimlere yönelik faaliyetler.
"SEVGİ EVLERİ PROJESİ" - iki evde 9 yetim çocuğumuzun bakımı, yetiştirilmesi..
Afrika'da NİJER'e yardım faaliyetleri..
"BÜMED (Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği) , "Gezginler Kulübü"
Yabancı diliniz:
Almanca, İngilizce, Osmanlıca
Eşinizin adı:
Sena
Eşinizin mesleği:
Eczacı, Tarihçi
Çocuklarınızın isimleri:
Elif, Sinan, Yunus
E-posta adresiniz:
ogurlek@yahoo.com
GÜRLEK, OKTAY Cevaplıyor
Benim zamanımda özel okullar kendi sınavlarını yaparlardı. Yedi okulun sınavına girdim, beşini kazandım. High School ve Alman Lisesi arasına tereddüt ettik, ancak Alman Lisesi'ne girmem ailece kararlaştırıldı.
Arap atı gibiydim. Başlarda vasat, ortalarda iyi, sonlara doğru çok iyi diyebilirim.
Dile pek yeteneğim yoktu, o nedenle Almanca ve İngilizce dersleri benim için hep sıkıntılı olmuştur. Diğer derslerde hiç sorunum olmadı, çoğunu severek ve öğrenerek okudum.
Seza Biriken, tarihi sevmemde çok etkili olmuştur. Hatta üniversite tercih sıralamasında Boğaziçi'nden sonra İ.Ü. Tarih yazdığımı hatırlıyorum. Edebiyatçı Ayhan Hanım, coğrafyacı Mediha Hanım mesleklerini tutku ile icra eden sevdiğim hocalardı. Alman öğretmenlerin de çoğu çok iyi idi. Mesleki manada seçkin, yaşını başını almış değerli kimselerdi. O zamanlar Almanya'daki bütün öğretmenlerin öyle olduğunu sanırdım, yıllar sonra bizimkilerin Alman hükümetinin özel olarak seçtiği hocalar olduğunu anladım. Matematikçi Haessler, Bezdek, Leuschner aklıma ilk gelen sevdiğim isimler. Çoğu ilginç adamlardı, Aralık ayında boğazda windsurf yapan mı istersiniz, sırıkla atlamayı öğrenip DDR'den Berlin duvarını atlayıp batıya kaçanını mı?
Filateli, o zamanki adı ile "Pulculuk Kolu" ana uğraşım idi. Başkanlığını yaptım. Hem okul koleksiyonu, hem de koldaki arkadaşlar ile yurt içi ve yurt dışında pek çok madalya aldık. Okula en çok madalya getiren kol bizdik ancak sonradan etkisini kaybetti ve unutuldu sanırım. Şu anda pul biriktirmek diye bir şey gençler arasında maalesef kalmadı. Bunun dışında masa tenisi kulübüne gittim, Çarşambaları geç saatlere kadar oynardık, lisans alıp okulu temsil etme şansım olmadı, çünkü takımda benden çok daha güçlü ve iyi arkadaşlar vardı. Cuma akşamları ismini hatırlayamadığım bir alman öğretmen çok ilginç alman sanat filmleri gösterirdi. Bir dönem o gösterimlere gittim.
İlk altı yıl, aynı sırada Avi Habib, sonra A şubesine geçince Bülent Özden. Sevgili Avi ile hala görüşüyoruz.
İdeal demeyelim, ancak planım, babamın mesleğini ve aile inşaat şirketini devam ettirmek idi. Aynen uyguladım.
Onuncu sınıfa geçerken 12 Eylül ihtilali oldu. Türkiye için ciddi bir kırılma noktası idi. Öncesinde terör, gençlerin birbirini kırması, karanlık ve tatsız yıllar. Ancak, bizim okul vaha gibi idi, yönetim sayesinde okul, o dönemi hasarsız atlattı. Galatasaray'da okuyan ağabeyimin derslere giremediğini, devamlı boykotlar, baskınlar olduğunu hatırlıyorum. 12 Eylül'den sonra huzurlu ve güvenli bir ortama girmiştik. Can ve mal emniyeti, haklar ve özgürlüklerden daha öncelikli, o nedenle kahir ekseriyet durumdan memnundu sanırım.
aha önce de dediğim gibi Alman öğretmenler farklı insanlardı. Haessler, bir gün İstanbul surlarını gördünüz mü diye sordu. Elbette o zamanlar İstanbul bizler için yaşadığımız şehirdi, ancak turistik değildi. Bir tatil günü hoca ile Edirnekapı surlarında buluştuk ve yürüyerek Yenikapı'ya kadar gittik. Çok ilginç ve öğretici bir tecrübe idi benim için; sur dehlizlerinde sucuk salam olmayı bekleyen nallı havyancıklar, çöplerden yemek yiyen garipler, müthiş sur manzaraları. Bendeki gezginlik bilincinin aşılanmasına vesile olmuştur diyebilirim.
Biraz fantastik olacak ama, W.Müller Wiener ile tanışmak ve sohbet etmek isterdim. Kendisi Teodosius (Yenikapı) limanını metro kazısından yıllarca önce keşfeden ve bu konuda kitap yazan bir arkeologdur. O dönem Milet kazılarını yürütüyordu. Kızı Brigitte iki sene önümdeki sırada oturdu. Üstelik Rumelihisarı'nda babamın inşa ettiği evde kiracılardı. Keşke diyorum, Brigittelere gidip de babası ile tanışıp o konularda biraz feyz alsaydım. Brigitte'nin izini kaybettim, babası ise aramızdan erken ayrıldı. Tahminim saygın bir bilim insanıydı.
Boğaziçi Üniversitesi o zamanlar gençler arasında şimdi olduğu gibi popülerdi, ben de İnşaat Mühendisliği bölümün kazandım, daha sonra aynı bölümde yüksek lisans yaptım.
Hiç kuşkusuz bütün öğrenciler seçme ve zeki idiler. Bu altyapı üzerine verilen yoğun ve ağır bir fen /dil eğitimi ile zaten hayata avantajlı başlıyorsunuz. Ben de bu birikimi her zaman hissettim, bu güçlü kartvizitin etkisini çoğu yerde gördüm.
Okulumuzu diğerlerinden ayıran özellikleri nasıl tanımlarsınız? Disiplin, çalışma, düzen, ezberciliğe ve kolaycılığa kaçmadan işin aslını ve özünü öğrenme.
Hayır yapmadım, benim zamanımda Abitur yapanlar bir elin parmaklarını geçmezdi, yurt dışında okuma pek yaygın değildi.
Ruhun hayat bulup faaliyet icra ettiği yer bedendir. Bizim okulun bedeni olmadı, dersler bitince okulda kalmak yasaktı, resmen kovalarlardı, zira öğleden sonra enstitünün almanca kursları başlardı. Yatakhane ve yemekhane de yoktu. Dışarıda da sosyalleşmek bugünkü kadar rahat değildi ve imkanlar kısıtlıydı. Tüm bunlar sanırım alman liselilik ruhu için uygun iklimi sağlayamadı ve bu ruh çok güdük kaldı. Sadece Cuma günleri istisna idi, o gün eğitsel kol faaliyetleri vardı ve okulda serbestçe kalabilirdik. Cumaları, hafta sonu tatilinin de başlamasından dolayı okulda saatlerce kaldığımı ve çok mutlu olduğumu hatırlıyorum. Bu gün durum nedir bilemiyorum, genç mezunlarla bu konuda görüşmeyi çok isterim. İnşaat Mühendisi olarak mekanların önemine inanırım. Almanya'nın atıl durumdaki Tarabya arazisi, lise için etkin olarak kullanılırsa bu "RUH" un canlanabileceğini düşünüyorum. Senede bir gün yerine haftada bir gün bu muhteşem koruluk öğrencilere hizmet verse, daha yoğun bir şekilde spor, müzik, sanat faaliyetlerine tahsis edilse müthiş olur. Önünden sık sık geçtiğim için söyleyebilirim, bu arazinin keyfini bekçiler çıkarıyor, boş bir şekilde duruyor, kullanılmıyor. Bilmem ki bu dediklerim mümkün olabilir mi?
Kanımca insanlar fıtratlarını yaşarlar ve ölürler. Ben de genetik mirasımı ve ailemden aldığım değerleri büyüttüm, parlattım ve geliştirmeye çalıştım. Alman Lisesi de bu konuda köstekleyici değil destek verici oldu.
Kendi çocuklarıma söylediklerimi tekrarlayabilirim. "Şu alanda açık var, bu alanda gelecek parlak" gibi söylemlere hoş bakmıyorum. Rekabetçi olmak, maddi kazanımları öne çıkarıp "başarı" olarak dayatmak kitleleri mutsuzluğa itiyor, hasta ediyor. Gençler bence şunu yapsınlar: Doğal eğilimlerini, yeteneklerini ve sevdikleri alanları belirleyip o konuda çalışsınlar, ilerlesinler. Yaptıkları işte hem verimli olacaklardır, hem de mutlu olacaklardır. Az tüketip çok versinler, sanatı ve sporu ihmal etmesinler. Mutlu olmak, afiyet içerisinde huzur iklimi oluşturabilmek bence hedef olmalı. "Başarı"nın tanımını bu şekilde değiştirmek lazım.
GÜL BİRGÜN SORUYOR
Piyano çalmaya 8 yaşımda başladım, uzun bir süre özel ders aldım. Mükemmel çaldığımı söylemek bence abartılı olur, ancak ciddi emek verdim. Bach, Mozart, Beethoven, Chopin elbette bu müziğin zirve isimleri. Eserlerini çalmaya çalışmak da çok keyifli. Sanırım ben daha çok Beethoven çalmaya meyilliyim ve O'nu daha çok anladığımı hissediyorum.
Sevgili Gül, çok teşekkür ederim, herkes gibi ben de iyi bir baba olmaya gayret ediyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse insanın kendisini düzeltmeye çalışması ve bu yönde çaba sarf etmesi, kararlar alması işin en zorlayıcı kısmı. Ana-baba nasılsa evlat da O'na uyuyor ve benzemeye, örnek almaya çalışıyor. Armut dibine düşer misali. Bu nedenle çocuklarla ilgili şu ana kadar ciddi bir sorun yaşamadım çok şükür.
Mesleğimi kendim seçtim, ailem herhangi bir zorlamada bulunmadı. Hatta babam tıp okumamı çok istedi, ancak ben mühendislikte karar kıldım.