ECZACIBAŞI, FARUK
DER, DIE, DAS
Eczacıbaşı Topluluğu Başkan Yardımcısı
15 Haziran 1954, İstanbul
Alman Lisesi öğrenim yıllarınız:
1965-1973
Alman Lisesi sonrası eğitiminiz:
Berlin Teknik Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Fakültesi Yüksek Lisans
Mesleğiniz:
İşletmeci
Meslek dışı çalışmalarınız:
Türkiye Bilişim Vakfı Yönetim Kurulu başkanlığı ve çeşitli STK'larda, Yönetim Kurulu ve Danışmanlık kurulu üyelikleri
Yabancı diliniz:
Almanca, İngilizce
Eşinizin adı:
Füsun
Eşinizin mesleği:
Yüksek Mimar
Çocuklarınızın isimleri:
Sinan-Murat
Ailenizdeki başka Alman Liseliler:
Oğlum Murat Eczacıbaşı, kardeşim Bülent Eczacıbaşı, annem Beyhan Eczacıbaşı
E-posta adresiniz:
faruk.eczacibasi@eczacibasi.com.tr
ECZACIBAŞI, FARUK Cevaplıyor
Benim için, hiç yabancı bir ortam değildi. Annem Beyhan Eczacıbaşı, zaten Alman Lisesi mezunuydu, ağabeyim Bülent de, zaten aynı okulda öğrenciydi.
Benim zamanımda, öğrencilerin sınıfta kalma oranı %80 olduğu için, tahmin ediyorum, ortalamanın üstünde bir öğrenciydim.
Böyle bir ayırım yapmakta, gerçekten çok zorlanıyorum. Derslerin, tamamen hocalardan bağımlı olduğunu düşünüyorum. Hocalarını sevdiğimiz ve sevmediğimiz dersler vardı. O zamandan beri, öğretim biçimlerinin, insanın geleceğini yönlendirdiğine şiddetle inanırım.
Okulumuzun Türk müdürü, rahmetli Adnan Tolun'dan hepimiz çok korkardık. 10.sınıfta, bize tarih dersine geldiği zaman, dersi "Çocuklar, tarihte her olayın nedeni ekonomiktir" diye açmıştı. Hala, benim ilgi alanlarıma damga vuran bir öğretmen olarak hatırlarım. Ayrıca da, korkumuzun nedeninin, ilkelerinin sağlamlığı olduğunu ve ilkelerin ne demek olduğunu, onun sayesinde çok iyi anladım. 11.ve 12.sınıfta, Almanca hocamız Dr.Freydank ise, bizleri değme Alman edebiyatçısından daha iyi bir Bertolt Brecht uzmanı yapmıştı. Hayat görüşlerinin, bizim şekillenmemize çok katkıda bulunduğunu hatırlıyorum.
Okulumuz, öğlene kadardı. Ders dışı faaliyetlere, maalesef pek vakit bırakılmıyordu. Rahmetli Cahide Atakul hocamızın "Pul Kolu"nun, devamlı müdavimiydim.
Neredeyse, her yıl değişen, hatta sene içinde de değişen, sıra arkadaşlarımız vardı. Ancak, son iki sene Gülşen Geriş ile ayını sıraları paylaşırdık.
Galiba, geleceğe yönelik planlarımda çok farklı bir yol çizmedim. Zaten, geleceğimin çok bağlı olduğunu düşünüyordum o zamanlar. galiba, biraz da hata etmişim. Ufkumu, kendi kendime darlaştırmışım.
Ülkenin ve okulun şartlarını şimdiyle nasıl kıyaslarsınız? Politik olarak çok hareketli bir ortamdı, ama çok da büyük bir özgürlük ortamı da vardı. Özellikle, hocalarımız, Almanya'nın savaş sonrası yetiştirdiği ilk kuşaktı, dolayısıyla da çok açık, ilerici ve liberal görüşlüydüler. Şekillenmemizde, bilerek veya bilmeden, çok büyük rol aldıklarını düşünüyordum.
Sıralanamayacak kadar çok olduğunu düşünüyorum. Ama, herhalde, en çok saygıyla andığım, konu serbestliğine açık olmasıydı. Diğer Türk okullarından farklı olarak, kıyafet serbestliği vardı. Okulun yönetimi ve hocalarımız, bize bile belli etmeden her türlü kuruma karşı, özgürlüğümüzü nasıl savunduklarını çok daha sonra anlayacaktık. Bu serbest ortamda, bizim dönemlerimizden "hayta" çıkan, hiç bir öğrenci olmamasını, dönemin serbest ama çok sorumlu eğitim sisteminin bir başarısı olarak kabul ederim.
Alman Lisesi'nin en önemli özelliğinin "işci arı" yetiştirmek olduğuna inanırım. Yaptığı işi, mükemmel yapmaya çalışan, ama onun dışında sosyalleşmeye yönelik bir çabasının olmadığını daha sonra anladım. Örneğin, toplum içinde konuşma yetkinliği, Alman Lisesi tarafından verilmez ve öğrenci daha sonra, kendi çabasıyla bu eğitimi alır. Liderliğe yönelik ayrıca bir eğitim, okulda ayrıca verilmedi ve çok didaktik kaldı. Bir Alman Liseli'nin, çok iyi bir ahçı olacağına, ama kendini ayrıca yetiştirmezse, iyi bir lokanta yönetemeyeceğine inanırım. Servis verme ve interaktif ilişki konusunda, zayıf kaldığını düşünürüm.
Berlin'e (O zamanlar daha adı Batı Berlin) gittim ve Berlin Teknik Üniversitesi'nde eğitimime devam ettim. İşletme alanında da yüksek lisans (Hauptdiplom) yaptım.
Zaman zaman, çok eziyetli olsa da, bir işi kolaycılığa kaçmadan, tam olarak yapmanın, okulun verdiği en büyük katkı olduğuna inanıyorum. Bugün bile klasik "Alman Eğitimi"nin ne demek olduğunu, bu şekilde de tarif edebilirim.
İyi bir "mühedislik" temeli verir. Analitik düşünmeyi öğretir. Sosyal konulara dahi mühendislik bakış açısına ağırlık verir.
Aradan, neredeyse, 45 sene geçtikten sonra nasıl değerlendireceğimi çok iyi bilemiyorum. Bizim zamanımızda, zaten Abitur yapmak zorunlu idi. Ancak söyleyebileceğim, her yıl kendini katlayan bilgi düzeyinde bizim yaptığımız Abitur'un çok genel kalacağını ve geleceğin kariyerlerine çok fazla bir katkısı olmayacağını düşünüyorum. Ancak, Abitur yapısının da çok değiştiğini biliyorum.
Okulun, bizim zamanımızda öğlene kadar olmasının, "Alman Lisesilik ruhu" oluşturma konusunda, pek büyük bir uğraşı olmamasında bir etken olduğuna inanıyorum. Alman Liseli olduğunu öğrendiğim, tanımadığım bir insana, analitik olma ve işini tam yapma konusunda daha bir ön yargıyla yaklaşabilirim. Sosyal faaliyetlere ağırlık verilmesinin ve interaktif ilişki geliştirilmesi için, daha profesyonelce yaklaşılmasının "ruh" açısından çok önemli olduğunu söyleyebilirim.
Daha önce de söylediğim nedenlerden, aşçılığın yanısıra garsonluğu da, fiili olarak öğrenerek kendimi yetiştirdiğimi söyleyebilirim. Okulumuzun, neredeyse devamı olan Berlin'deki eğitimimde de açıkcası, liderlik, yönetim ve ilişki yönetimi konularında eğitilmedim. Bütün bunlar, daha sonradan ayrıca aldığım eğitim sayesinde oldu.
Alman Lisesi mezunlarının, analitik temelli, iyi bir eğitimle bir iki adım önde başladıklarını düşünüyorum. İyi bir mühendislik veya akademi temeli verdiği konusunda kuşkum yok. Ancak, pratik alanda başarılı olmaları için, artı bir süreçten geçmeleri gerektiğine inanıyorum. Hangi konularda, kendilerini geliştirmelerini gerektiğini daha önce açıkladım, galiba.
GÜLŞEN GERİŞ MELKONYAN SORUYOR
Aradan çok zaman geçti, ama değişik dönemlerde, değişik şeyler yediğimi hatırlıyorum. Zekeriya Abi'nin kantininde, ne kadar çeşit vardı onu bilmiyorum. Ortaokul dönemlerinde kaşarlı sandviçin içine sıkıştırılmış pralinli çikolata yiyecek kadar zevksizdim. Ama, lisenin son yıllarında gofrette karar kılmıştım.
Bizim aileden çok Alman Liseli geçti. Önce annem, 2.Dünya savaşı dolayısıyla, okul kapanıncaya kadar öğrencisiydi. Daha sonra, ağabeyim Bülent, okul tarihine adını yazdırdı. Arkasından kuzenimiz Nükhet, sıraya girdi. Benden sonra, bir kuşak sonrasında oğlum bizleri takip etti.
Gülşen'in hafızası, bu konuda beni fersah fersah geçer.
Hatırladığım kadarıyla, sınıfımızın hanımları, el birliliği ile saçıma tokalar takıp, uzun kısmını yakamdan içeri sokarlardı.
Hayatımda, ilk çayımı Herr Jacobs'un fizik dersinde içtim. O zamanlar, çayla hiç aram yoktu. Her nedense, kendisi bize ikram etmişti. Çay bardağını tutmasını bilmediğim için, elimi yaktığımı hatırlıyorum.
Bizim sınıf, okulun en yaramaz sınıflarından değildi. Hiçbir zaman "Hababam Sınıfı" olma iddiasında olmadık, ama kendi içimizdeki mizah damarımızın çok yüksek olduğunu hatırlıyorum. Gerçekten, eğlenmesini bilirdik. Nezih (Yaramanoğlu) ve Varujan (Hanamiryan) sınıfımızın, neşe kaynakları oldular.
Onu, katiyen hatırlamıyorum, ama ortalama, herhalde sene başına, 3 Klassenbuch'a yazılma düşerdi gibi tahmin ediyorum.
Yazın da kışın da, ciddi olarak, masa tenisine ilgi duymuştum. İlgim, okuldan sonra da, uzun süre devam etti.
Özellikle rock müziği, lise yıllarında büyük bir çıkış yapıyordu. Dönemin Almanca müzik ve progresif gençlik dergilerini izlemeye çalışırdım.
Gülşen'in, bu soruyu niye sorduğunu biliyorum. Gofretime ve birlikte içtiğim Coca Cola'ya hep ortak olmaya çalışırdı. Ama, hiçbir zaman da başaramadı.